Sigortalılık Hallerinin Birleşmesi Ve Çakışması
Ülkemiz, Anayasanın 2. maddesinde belirtildiği üzere sosyal bir hukuk devletidir. Bu nedenledir ki; Anayasanın 60. maddesinde de, herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip olduğu açıkça ifade edilmiştir. Ancak sosyal güvenlik sistemimize genel olarak baktığımızda, ne yazık ki sosyal güvenlik hakkının etkin bir şekilde tüm vatandaşlarımıza sağlanmadığını görmekteyiz.
Sosyal güvenlik sağlamaya yönelik kurumlar gerek yapıları gerekse tabii oldukları mevzuatlardan kaynaklanan çok ciddi sorunlar ile uğraşmaktan, asıl görevlerini yerine getiremez hale gelmişlerdir. Bu sorunları önlemek amacıyla sosyal güvenlik sistemimizde, “tek çatı” sistemine geçilmek istenmiştir. Anılan sistem uyarınca; mevcut sosyal güvenlik kurumlarının ortadan kaldırılarak, tek bir sosyal güvenlik kurumuna devredilmesi ve sosyal güvenlik haklarının tek bir kanun içerisinde düzenlenmesi öngörülmüştür[1]. Bu bağlamda da, 16.5.2006 tarihinde kabul edilen 5502 sayılı “ Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu” ile; Sosyal Sigortalar Kurumu, Bağ-Kur, T.C Emekli Sandığı’nın tüzel kişilikleri sona erdirilerek, tüm malvarlıkları Sosyal Güvenlik Kurumu’na devredilmiştir[2].
Sosyal güvenlik hakları açısından da; farklı sosyal sigorta kanunları, tek Kanun olarak 31.5.2006 tarihinde kabul edilen 5510 sayılı “Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanun” da bir araya getirilmiştir[3]. Ancak anılan Kanunun memurlara ilişkin çeşitli maddeleri, Anayasa Mahkemesinin 15.12.2006 tarih, 2006/111E. ve 2006/112K. sayılı kararı uyarınca iptal edilmiştir[4]. Anayasa Mahkemesinin iptal kararına ilişkin genel gerekçesi, memurlar ve diğer kamu görevlililerinin, bunların dışında kalan diğer sigortalılar ile aynı hukuksal durumda bulunmamalarına karşın aynı sisteme bağlı kılınmalarının Anayasaya aykırı olduğudur[5].
Kanunun geneline bakıldığında; her ne kadar yasal olarak tek çatı görülüyorsa da, fiilen çok çatı sisteminin halen devam ettiği anlaşılmaktadır. Zira, hukuk dili açısından anlaşılması güç olan geçiş hükümleri ile; anılan Kanunlara atıf yapılarak birçok maddesi yürürlükte bırakılmıştır[6]. Çalışmamızda 5510 sayılı Kanunun mevcut durumu göz önüne alınarak inceleme yapılmıştır.
- SİGORTALI SAYILANLAR
- Bağımlı Çalışan Sigortalılar:
5510 sayılı Kanun m.4/I,a bendi uyarınca, hizmet akdi ile bir veya birden fazla işveren tarafından çalıştırılanlar, sigortalı sayılmaktadır. Görüldüğü üzere, 506 sayılı Kanunda olduğu gibi, 5510 sayılı Kanunda da çalışma ilişkisine dayanan iş sözleşmesi çerçevesinde bağımlı çalışanlar kapsama alınmaktadır. Ancak 5510 sayılı Kanun, sadece iş sözleşmesine göre çalışmayı temel almamış, bunun yanında sigortalıların kapsamını da genişletmiştir.
İlk olarak çalışma ilişkisinin unsurlarını incelediğimizde; çalışma, bağımlılık ve ücret şeklinde sıralandığını görmekteyiz [7].
A - Çalışma İlişkisi:1.a) Çalışma:5510 sayılı Kanunun 7. maddesinde; sigorta hak ve yükümlülüklerinin, çalışmaya başlama ile ortaya çıkacağı belirtilmiştir. Çalışma olgusu, fiili çalışma ve/veya varsayımsal çalışma olarak gerçekleşebilir. Varsayımsal çalışmadan maksat;, işçi tarafından iş görme ediminin işverenin emrine sunulduğu ve işverenin de işgücü üzerinde tasarruf yetkisini elde ettiği anda çalışma ilişkisinin kurulması sonucunu doğuran çalışmadır[8]. Yargıtay da kararlarıyla, varsayımsal çalışmayı kabul etmektedir[9].
Belirtmeliyiz ki, sigortalılık ilişkisinin kurulmasında çalışmanın gerçekleşmesi arandığından, sadece bazı belgelerin Kuruma verilmiş olması yeterli değildir. Yargıtay 10. Hukuk Dairesi de önüne gelen bir dosyada görüşünü şu şekilde belirtmiştir:
“ Sigortalılığın başlangıcının belirlenmesinde önemli olan, çalışma olgusudur. İşe giriş bildirgesinin kuruma verilişi veya gönderilmesi önem taşımaz.” [10].Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun incelediği bir başka uyuşmazlıkta da, ilk derece mahkemesi işe giriş bildirgesinin 506 sayılı Kanunun 108. maddesi uyarınca sigortalılık başlangıcının belirlenmesi yönünden yeterli olduğunu kabul etmiş, Yargıtay 21.Hukuk Dairesi ise bildirgenin yeterli olmadığına, ayrıca çalışma olgusunun da ortaya konması gerektiğine karar vermiştir. Mahkemenin direnme kararı üzerine Hukuk Genel Kurulu, eylemli çalışmanın varlığı saptanmadıkça, hizmet akdine dayanılarak dahi sigortalılıktan söz edilemeyeceğini belirtmiştir. Bu bağlamda Kurul’a göre; ilk derece mahkemesinin yapması gerekenler şunlardır:
“ (…) Bu davalarda işyerinde tutulması gerekli dosyalar ile kurumdaki belge ve kanıtlardan yararlanmalı, ücret bordroları celbedilmeli, müfettiş raporları olup olmadığı araştırılmalı, işyeri çalışanları saptanmalı ve sigortalının hangi işte ne kadar süre ile çalıştığı açıklanmalı, gereğinde komşu işyeri çalışanlarının bilgilerine de başvurularak gerçek çalışma olgusu somut ve inandırıcı bilgilere dayalı kanıtlanmalıdır.” [11].
Yargıtay’ın işe giriş bildirgesinin kuruma verilmesini yeterli görmemesinin ardında, gerçek bir çalışmaya dayanmayan, sadece sosyal güvenlik kurumu tarafından gerçek sigortalılara sağlanan yardımlardan faydalanmak için, bir işyerinde çalışıyormuş gibi kuruma bildirme olaylarının sıklıkla yaşanması da gösterilebilir.
1.b) Bağımlılık:Bağımlılık unsuru, iş sözleşmesini diğer sözleşmelerden ayıran en önemli unsurdur. 5510 sayılı Kanun, iş sözleşmesinin tanımına yer vermemekle birlikte, ilgili kanunlara atıf yapmıştır (m.3/11). İş Kanunu 8. maddede iş sözleşmesi, “ bir tarafın bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir” şeklinde tanımlanmıştır. Borçlar Kanununda ise iş sözleşmesi; işçinin belirli veya belirsiz bir zamanda iş görmeyi ve işverenin de ona ücret vermeyi taahhüt ettiği sözleşme olarak tanımlanmıştır(m.313/1). Görüldüğü üzere, İş Kanundaki tanımlamayı, Borçlar Kanundakinden ayıran en temel husus, iş sözleşmesindeki bağımlılık unsuruna yer vermiş olmasıdır.
İşçi ile işveren arasındaki bağımlılık ilişkisinin ortaya çıkışı, üç temel boyutta değerlendirilebilir[12]. Bunlardan ilki, yaşamını devam ettirebileceği geliri genel olarak bir işten elde eden ve çalışmasını büyük ölçüde o işe hasreden kişinin ekonomik bağımlılığıdır[13]. Bir diğeri, işçilerin işverenin işyerindeki araç ve gereçleri kullanarak, işverenin işin nasıl, nerede hangi araçlar ile yerine getirileceği konusundaki talimatları ile bağlılığını ifade eden, Teknik bağımlılıktır[14]. Söz konusu bağımlılık ilişkisinin en önemli ve ayırıcı boyutu ise, işçi ile işveren arasındaki kişisel ve hukuki bağımlılıktır. İş sözleşmesinde; işçi, işverenin otoritesi altına girmeyi, onun vereceği emir ve talimatlar çerçevesinde iş görmeyi üstleneceği için kişisellik; bu bağımlılık sözleşme ile sağlandığından da hukukilik söz konusudur[15].
İş sözleşmelerinde ve dolayısıyla sigortalılık ilişkisinin belirlenmesinde bağımlılık unsurunun varlığı doktrinde[16] ve yargı kararlarında da yıllardır istikrar kazanmıştır. Yargıtay, iş sözleşmesinin temel unsurlarının zaman ve bağımlılık olduğu görüşündedir. Yargıtay’a göre; iş sözleşmesine dayalı olarak çalışmanın yanında işin işverenin işyerinde yapılması da gerekmektedir. Yargıtay, konuya ilişkin bir kararında görüşlerini şu şekilde belirtmiştir:
“Baskın olan bilimsel ve yargısal görüşlere göre “zaman” ve “bağımlılık” unsurları hizmet akdinin ayrıcı ve belirleyici özellikleridir. Çalışan, Borçlar Kanununun 313 üncü maddesinin öngördüğü çerçeve içinde ve “zaman” ve “bağımlılık” unsurlarını gerçekleştirecek biçimde çalışmaktaysa, aradaki çalışma ilişkisi hizmet akdine dayanıyor demektir. Bilindiği üzere zaman unsuru çalışanın işgücünü belirliyorsa da, belirli olmayan bir süre içinde, işverenin buyruğunda bulundurmasını kapsar. Hiç kuşkusuz, çalışan, bu süre içinde işveren veya vekilinin buyruğu ve denetimi altında (bağımlı olarak) edimini yerine getirecektir. Burada söz konusu olan bağımlılık ise, her an ve durumda çalışanı denetleme veya buyruğuna göre edimini yaptırma olanağını işverene tanıyan, çalışanın, edimi ile ilgili buyruklar dışında çalışma olanağı bulamayacağı nitelikte bir bağımlılıktır. Bununla birlikte, sigortalı sayılabilmek için bunlardan ayrı olarak hizmet sözleşmesinin öngördüğü edimin işverene ait işyerinde görülmesi koşulunun da gerçekleşmiş bulunması gerekir. Bu suretle, özellikle bağımlı çalışma hususunun işveren için kolayca uygulanma olanağı sağlanmıştır. Başka bir deyişle, sigortalı sayılabilmek için hizmet sözleşmesindeki bağımlılığın üstünde gerçekleştirilmesi mümkün gerçek bağımlı çalışma koşulu aranacaktır. Yok, eğer çalışan işgücünü belirli ya da belirli olmayan bir zaman için çalıştıranın buyruğunda bulundurmakla yükümlü olmayarak, işveren buyruğuna bağlı olmadan sözleşmedeki amaçları gerçekleştirecek biçimde edimini görüyorsa, sözleşmenin amacı bir eser meydana getirmekse, çalışma ilişkisi Borçlar Kanunun 355 inci maddesi gereği istisna akdine dayanıyor demektir.(…)” [17].
Yargıtay, anılan ölçütleri uyguladığı birçok kararında, profesyonel futbolcularla antrenörler ve menajerlerin, belirli bir ücret karşılığında çalışan sendikanın büro ve mali sekreterinin, part-time çalışanların, tercümanların, köy kâtibinin, köy bekçisi ve imamının, ücret karşılığında kooperatif başkanlığı yapanların, esnaf kredi kooperatifi müdürünün, akademi öğrencilerine çıplak modellik yapan mankenlerin, işverenin işyerinde sürekli çalışan müşavirlerin, hukuk müşavirleriyle avukatların, özel bir poliklinikte çalışan doktorların, 506 sayılı Kanun kapsamında sigortalı sayılmaları gerektiğine karar vermiştir[18].
Belirtmeliyiz ki, Yargıtay’ın kararlarında yer verdiği “zaman” ve “işverenin işyeri” ölçütlerinin, gelişen teknoloji ve esnekleşen çalışma ilişkileri çerçevesinde günümüzde yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir. İş Kanununun 2.maddesinde işyeri, işveren tarafından mal ve hizmet üretmek amacıyla maddi olan olmayan unsurlar ile işçinin birlikte örgütlendiği birim olarak nitelendirilmiştir. Maddenin devamında işyerinin, işyerine bağlı yerler, eklentiler ve araçlar ile oluşturulan iş organizasyonu kapsamında bir bütün olduğu belirtilmektedir. Bu durumda, işçinin iş organizasyonu kapsamında evde çalışması durumunda dahi, işyerinde çalıştığı kabul edileceğinden, anılan ölçütün araştırılması pratikte gereksiz olmaktadır.
Aynı şekilde işin yapılma zamanı kavramı da; çağrı üzerine çalışma, kısmi süreli çalışma, iş paylaşımı gibi esnek süreli çalışma ilişkilerinde, ayırıcı bir ölçüt olma vasfını yitirmektedir. Ancak sigortalılığın tespitinde, özellikle bağımsız çalışma ile karşılaştırılırken yardımcı bir ölçüt olarak kullanılabileceği kanaatindeyiz.
Bağımlılık ölçütünün belirlenmesinde, sübjektif bir yönde bulunduğundan, zaman içerisinde birçok başka yöntem de geliştirilmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır: – Çalışan kişinin kendi hesabına çalışıp risk üstlenip üstlenmediği, – başka işverenlere de hizmet edip etmediği,- işin yönetimi ve denetiminin kime ait olduğu,- ücreti kendisi tarafından ödenen yardımcı eleman istihdam edip etmediği, – işin aynın işyerindeki diğer işçiler tarafından da görülüp görülmediği, – iş araç gereçlerinin malikinin kim olduğu, -ücretin ödeniş biçimi.vb.[19].
1.c) Ücret:İş Kanunu m. 8 ve Borçlar Kanunu m. 313’ te ücret, iş sözleşmesinin bir unsuru olarak belirlenmiştir. 5510 sayılı Kanunun 4.maddesinin 1. fıkrası ile 506 sayılı Kanunun 2. maddesinde, sigortalılık ilişkisi bir iş sözleşmesine tabi olarak çalışmaya bağlanmıştır. Bu bağlamda, ücretin söz konusu olmadığı bir çalışmada, iş sözleşmesinin ve buna bağlı olarak da sigortalılığın söz konusu olmayacağı sonucuna ulaşılabilir. Ancak biz doktrinde öne sürülen, ücretin sigortalılık için zorunlu bir unsur olmadığı yönündeki görüşe katılmaktayız[20]. Zira her iki Kanundaki bazı düzenlemeler bu görüşümüzü desteklemektedir.
Şöyle ki; 506 sayılı Kanunun 78.maddesinin 2. fıkrası ile 5510 sayılı Kanunun 82.maddesinin 2. fıkrasında ücretsiz çalışan sigortalıların, sosyal sigorta primlerinin tümünün prime esas asgari kazanç üzerinden işverenleri tarafından ödeneceği öngörülmüştür. Yine 5510 sayılı Kanunu m.6/1,a’ da işverenin işyerinde ücretsiz çalışan eşinin sigortalı sayılmayacağı öngörülmüştür. Dolayısıyla maddenin mefhumu muhalifinden, iş sözleşmesinin olmadığı durumlarda sigortalılığın söz konusu olmayacağı kabul edilseydi, bu hususun ayrıca belirtilmesine gerek kalmayacaktı. Bu şekilde belirtilmiş olması, iş sözleşmesinin olmadığı durumlarda, sigortalılığın mümkün olduğunu göstermektedir.
Bu hususların dışında, iş sözleşmesine göre çalışmayan bazı kimselerin, 5510 sayılı Kanun m.4/1,a kapsamına alınmış olması; bu madde uyarınca belirlenen sigortalılığın iş sözleşmesine tabi çalışmaya, sıkı sıkıya bağlı olmadığını göstermektedir. 5510 sayılı Kanun m.4/II, a uyarınca, 506 sayılı Kanun döneminde isteğe bağlı sigorta kapsamında sosyal güvenceye kavuşturulmuş olan, işçi sendikaları ve konfederasyonları ile sendika şubelerinin başkanlıkları ve yönetim kurullarına seçilenler m.4/I,a kapsamında sigortalı sayılmışlardır. Yine, 10.7.1941 tarih ve 4081 sayılı Çiftçi Mallarının Korunması hakkındaki Kanuna göre, köy ihtiyar meclislerince seçildikten sonra vali ve kaymakamlarca atanmak suretiyle çalıştırılan koruma bekçileri de, m.4/1,a kapsamına alınmışlardır. Hizmet sözleşmesine göre çalışmayan, ancak m.4/1,a kapsamında sigortalı kabul edilen bir diğer grup da; Milli Eğitim Bakanlığı tarafından düzenlenen kurslarda usta öğrenci olarak çalıştırılanlar, kamu idarelerinde ders ücreti karşılığı görev verilenler ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 4.maddesinin C bendi kapsamına çalıştırılanlardır.
Anılan nedenlerle; iş sözleşmesine bağlı olmadan (ve ücret karşılığı olmaksızın) çalışanların, sigortalı olmalarının mümkün olduğu kanaatindeyiz. Aynı şekilde ücretin nasıl ödendiği de, sigortalılık ilişkisinin kurulmasını engellememektedir. Nitekim Yargıtay 21. Hukuk Dairesi kararında, bir kimsenin sigortalı sayılması için hizmet akdine göre çalışmasının yeterli olduğunu, ücretin ödenme biçiminin ise sonuca etkili olmadığını açıkça ifade etmiştir. Bu bağlamda Daire, tasnif ve istif işinde vahidi fiyat (kesme ve taşıma işinde birim fiyat) şeklinde ücret ödemesi yapılan kişinin iş sözleşmesine göre çalıştığının ve sigortalı kabul edilmesinin gerektiğini belirterek ilk derece mahkemesinin kararını bozmuştur[21].
Yargıtay 10.Hukuk Dairesi de, aynı yönde kararlar vermektedir. Daire, incelediği bir uyuşmalıkta şu karara varmıştır:
“ Hizmet akdinin ayırıcı özelliği “zaman” ve “bağımlılık” unsurlarıdır.İşverence ödenen ücret konusu ise sigortalılık niteliğini kazanma şartları içinde yer almadığından sigortalının ücret alıp almaması veya ücretin miktarı ya da belirleme şekli hizmet akdinin tespiti yönünden önemli değildir. Kaldı ki somut olayda davalı işveren, minibüsü kullanan sigortalıya masraflar çıktıktan sonra günlük hâsılatın üçte birini ödediğini kabul ve beyan etmektedir. Bu ödemenin, ücret olduğu tartışmasızdır.
Sigortalı yönünden zaman ve bağımlılık unsurlarının gerçekleştiği açıktır. Zira sigortalı, davalı işverenin belirlediği çalışma koşullarına uymak zorundadır. Davacının aynı dönemde isteğe bağlı sigortalı olması da bu sonucu değiştirmez. Esasen zorunlu sigortalılığı gerektiren bir işte çalışan kişinin aynı dönemde isteğe bağlı sigortalı olması 506 Sayılı Kanunun 85/c maddesine göre mümkün değildir.
Hal böyle olunca davacı ile davalı işveren arasındaki hukuki ilişkinin hizmet akdine dayandığı kabul edilerek, çalışma olgusu üzerinde durulması ve fiili çalışma süresinin dinlenecek tanık beyanları ile varsa celbedilecek trafik kayıtları ve sair delillerle tespiti, ayrıca aynı mahkemenin 1999/127 esasında kayıtlı işçilik haklarına ilişkin davanın sonucu bu davayı etkileyeceğinden söz konusu dava sonucunun araştırılması ve elde edilecek delillere göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.” [22] [23].1.B) Kanunlarla Özel Olarak Kapsama Alınan SigortalılarYukarıda ayrıntılı olarak belirttiğimiz üzere; çalışma ilişkisi, kural olarak iş sözleşmesine dayanır. Ancak sigortalılık ilişkisinin kurulması için her çalışma ilişkisinin mutlaka bir iş sözleşmesine dayanması da gerekmez. Sonuç olarak, anayasal sosyal güvenlik hakkı çerçevesinde, kanunlarda iş sözleşmesi dışındaki iş görme sözleşmeleriyle çalışanların da, iş sözleşmesiyle çalışanlarla beraber sigortalı sayılmaları mümkündür.
5510 sayılı Kanunun 4 ve 5. maddelerinde de bu doğrultuda, bazı kişiler sigortalı sayılmışlardır. Kanunun 4. maddesine göre; 1. fıkranın (a) bendi gereği sigortalı sayılanlara ilişkin hükümler; işçi sendikaları ve konfederasyonları ile sendika şubelerinin başkanlıkları ve yönetim kurullarına seçilenler; bir veya birden fazla işveren tarafından çalıştırılan film, tiyatro, sahne, gösteri, ses ve saz sanatçıları ile müzik, resim, heykel, dekoratif ve benzeri diğer uğraşları içine alan bütün güzel sanat kollarında çalışanlar ile düşünürler ve yazarlar; mütekabiliyet esasına dayalı olarak uluslararası sosyal güvenlik sözleşmesi yapılmış ülke uyruğunda olanlar hariç olmak üzere, yabancı uyruklu kişilerden hizmet akdi ile çalışanlar, 2/7/1941 tarihli ve 4081 sayılı Çiftçi Mallarının Korunması Hakkında Kanuna göre çalıştırılanlar, 24/4/1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunda belirtilen umumi kadınlar, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından düzenlenen kurslarda usta öğretici olarak çalıştırılanlar, kamu idarelerinde ders ücreti karşılığı görev verilenler ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 4. maddesinin (C) bendi kapsamında çalıştırılanlar hakkında da uygulanır.
Kanunun 5. maddesinde de; hizmet akdi ile çalışmamakla birlikte ceza infaz kurumları ile tutukevleri bünyesinde oluşturulan tesis, atölye ve benzeri ünitelerde çalıştırılan hükümlü ve tutukluların; b) Hizmet akdi ile çalışmamakla birlikte 5/6/1986 tarihli ve 3308 sayılı Meslekî Eğitim Kanununda belirtilen aday çırak, çırak ve işletmelerde meslekî eğitim gören öğrenciler hakkında iş kazası, meslek hastalığı ve hastalık sigortası; meslek liselerinde okumakta iken veya yüksek öğrenimleri sırasında zorunlu staja tâbi tutulan öğrenciler hakkında ise iş kazası ve meslek hastalığı sigortası uygulanır ve bu bentte sayılanlar, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı sayılırlar. 5/6/1986 tarihli ve 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanununda belirtilen aday çırak, çırak ve işletmelerde mesleki eğitim gören öğrencilerin; meslek liselerinde okumakta iken veya yüksek öğrenimleri sırasında zorunlu staja tabi tutulan öğrenciler ile 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunun 46. maddesine tabi olarak kısmi zamanlı çalıştırılan öğrencilerden aylık prime esas kazanç tutarı, 82. maddeye göre belirlenen günlük prime esas kazanç alt sınırının otuz katından fazla olmayanların; Türkiye İş Kurumu tarafından düzenlenen meslek edindirme, geliştirme ve değiştirme eğitimine katılan kursiyerlerin; ülkemiz ile sosyal güvenlik sözleşmesi olmayan ülkelerde iş üstlenen işverenlerce yurt dışındaki işyerlerinde çalıştırılmak üzere götürülen Türk işçilerinin 4. maddenin 1. fıkrasının a bendi kapsamında sigortalı sayılacakları düzenlenmiştir.
1.C) Sigortalı Sayılmayanlar Arasında Yer AlmayanlarÇalışanlardan, sigortalılık ilişkisinin kurulabilmesi için gerekli koşulları sağlamış olanların bir kısmı; yaptıkları işin niteliği, kişiliklerine ilişkin bazı özellikler veya başka sosyal güvenlik rejimlerine tabi olmaları gibi gerekçelerle kapsam dışına çıkarılmış olabilir. Şöyle ki, 5510 sayılı Kanun 6.maddesinde bu kişiler sınırlı olarak belirlenmiştir[24]. Dolayısıyla, yorum yoluyla bu sayının genişletilmesinin sosyal güvenlik hakkına aykırı olacağı kanaatindeyiz.
5510 sayılı Kanun m.4/1,b kapsamında sigortalı sayılabilmek için, öncelikle iş sözleşmesi ile bir işverene bağlı olmaksızın, kendi ad ve hesabına çalışılması gerekmektedir. Kanun, bu sigorta kapsamını girenleri altı grupta belirlemiştir. Bunlar; köy ve mahalle muhtarları; ticari kazanç veya serbest meslek kazancı nedeniyle gerçek veya basit usulde gelir vergisi mükellefi olanlar; gelir vergisinden muaf olup, esnaf ve sanatkârlar siciline kayıtlı olanlar; maddede belirtilen şirketlerin ortakları; tarımsal faaliyette bulunanlar; 6132 sayılı Kanuna tabi jokey ve antrenörlerdir.
A- Köy ve Mahalle Muhtarları:
Köy ve mahalle muhtarlarının sigortalılıklarına ilişkin düzenlemeler, 2108 sayılı “Muhtar Ödenek ve Sosyal Güvenlik” Kanunu[25] ile 5510 sayılı Kanun m.4/1,b’de düzenlenmiştir. 2108 sayılı Kanunun 4.maddesine göre; köy ve mahalle muhtarlarından 5510 sayılı Kanunun 4. maddesi kapsamında sigortalı sayılmayı gerektirecek bir çalışması bulunmayanlar veya bu kapsamda aylık ve gelir almayanlar, 5510 sayılı Kanun m.4/1,b kapsamında sigortalı sayılırlar. Buna karşın 5510 sayılı Kanunun 4. maddesinde ise, bir ayrım yapılmaksızın köy ve mahalle muhtarlarının m.4/1,b kapsamında sigortalı oldukları belirtilmektedir.
Bu düzenlemelere baktığımızda, iş sözleşmesine bağlı olarak çalışan muhtarların sigortalılık durumu konusunda kanunlar ihtilafının ortaya çıktığını görmekteyiz. Bu durumda, yeni tarihli olan ve 5510 sayılı Kanuna göre özel bir Kanun olan 2108 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerektiği kanaatindeyiz. Dolayısıyla böyle bir durumda; iş sözleşmesine bağlı olarak çalışan muhtarın, 4/1,a kapsamında sigortalı sayılması gerekmektedir.
B- Gelir Vergisi İle Sigortalılığı Belirlenenler:5510 sayılı Kanun m.4/1,b bendi kapsamında sigortalı olacak kişinin, öncelikle faaliyetlerini kendi ad ve hesabına yürütüyor olması gerekmektedir. Bağımsız çalışanın, sigortalı sayılabilmesi için gerçek veya basit usulde vergi mükellefi olması da gerekmektedir(m.4/1,b 2). Buna karşın Yargıtay, 1479 sayılı Kanun döneminde; kendi ad ve hesabına çalışan, primlerini ödeyen ve mesleki kuruluşlara kayıtlı olan kişiyi, vergi kaydı olmadığı halde Bağ-Kur sigortalısı sayan bir mahkeme kararını onamıştır[26].
Belirtmeliyiz ki, anılan bent kapsamında sigortalı olmak için gerekli olan kendi ad ve hesabına çalışıyor olmak konusunda çıkacak ihtilaflarda, usul hükümleri gereğince, bağımsız çalıştığını ispat yükü bunu iddia eden sigortalıya aittir.
Bağımsız çalışanlardan, gelir vergisinden muaf olanlar ise; esnaf ve sanatkârlar siciline kayıtlı olmaları durumunda m.4/1,b kapsamında sigortalı sayılırlar. Bilindiği üzere 1479 sayılı Kanun m.24/1,a’ da gelir vergisinden muaf olanların esnaf ve sanatkârlar sicili ile birlikte kanunla kurulu meslek kuruluşlarına kayıtlı olmaları da aranmaktaydı. Ancak 5510 sayılı Kanunda yapılan yeni düzenleme ile; gelir vergisinden muaf olanların sadece esnaf ve sanatkârlar siciline kayıtlı olmaları yeterli kabul edilmiştir.
Bu düzenlemenin istisnası ise 6.maddede düzenlenmiştir. Şöyle ki, kendi ad ve hesabına bağımsız çalışanlardan gelir vergisinden muaf olup, esnaf ve sanatkâr siciline kayıtlı olanlardan, aylık faaliyet gelirlerinden bu faaliyetine ilişkin masraflar düşüldükten sonra kalan tutarı, prime esas günlük kazanç alt sınırının otuz katından az olduğunu belgeleyenler sigortalı sayılmayacaklardır.
C- Şirket Ortağı Olanlar:Anonim şirketlerin yönetim kurulu üyesi olan ortakları, sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerin komandite ortakları, diğer şirket ve donatma iştiraklerinin ise tüm ortakları; 5510 sayılı Kanun m.4/1,b kapsamında sigortalı kabul edilmişlerdir.
1479 sayılı Kanun m.24/1,g uyarınca anonim şirketlerin kurucu ortakları ile yönetim kurulu üyesi ortaklar zorunlu Bağ-Kur sigortalısı olarak kabul edilirken; 5510 sayılı Kanunda sadece anonim şirketin yönetim kurulu üyesi ortakları m.4/1,b bendinde zorunlu sigortalı olarak sayılmıştır.
D- Tarımsal Faaliyette Bulunanlar:Kendi ad ve hesabına tarımsal faaliyette bulunanlar da, m.4/1,b kapsamında zorunlu sigortalılardır. Tarımsal faaliyetten ne anlaşılması gerektiği, Kanunun tanımlar başlıklı 3.maddesinin 19. bendinde belirtilmektedir. Buna göre tarımsal faaliyet; kendi mülkünde, ortaklık veya kiralamak suretiyle başkalarının mülkünde veya kamuya mahsus mahallerde; ekim, dikim, bakım, üretme, yetiştirme ve ıslah yoluyla yahut doğrudan doğruya tabiattan istifade etmek suretiyle bitki, orman, hayvan ve su ürünleri elde edilmesini ve/veya bu ürünlerin yetiştiricileri tarafından; muhafazasını, taşınmasını veya pazarlanmasını ifade etmektedir.
Bu düzenlemenin istisnası ise 6.maddede düzenlenmiştir. Bu maddeye göre; tarımda kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlardan; tarımsal faaliyette bulunan ve yıllık tarımsal faaliyet gelirlerinden, bu faaliyete ilişkin masraflar düşüldükten sonra kalan tutarın aylık ortalamasının, bu Kanunda tanımlanan prime esas günlük kazanç alt sınırının otuz katından az olduğunu belgeleyenler sigortalı sayılmazlar.
E- Jokey ve Antrenörler:5510 sayılı Kanunun 4.maddesinin 3. fıkrasında 10.7.1953 tarihli ve 6132 sayılı At Yarışları Hakkındaki Kanuna[27] tabi jokey ve antrenörler hakkında da, m.4/1,b gereği sigortalı sayılanlara ilişkin hükümlerin uygulanacağı ifade edilmiştir. At yarışları tüzüğünde[28], antrenör ve jokey’in tanımları yapılmıştır. Tüzüğe göre antrenör; yarış atlarının talim, terbiye, idman, bakım, beslenme ve koşulara ilişkin hizmetlerinin yapılmasıyla yükümlü ve sorumlu olan ve Lisans Yönetmeliği hükümlerine göre antrenör lisansı taşıyan kişidir (m.2/11). Jokey ise, ücret mukabili koşularda ata binen ve usulüne uygun verilmiş lisansa sahip olan kişidir (m.2/12).
Özellikle, jokey’in ücret karşılığı koşularda ata binmesi, bir çalışma ilişkisinin bulunduğunu göstermektedir. Dolayısıyla jokeylerin, m.4/1,a kapsamında sigortalı olmaları gerekirken, anılan istisna düzenlemesi ile m.4/1,b kapsamına alındıkları görülmektedir.
- Devlet Memurları ve Diğer Kamu Görevlileri:
5510 sayılı Kanunun ilk halinde yer alan, memurlara ilişkin çeşitli maddeler Anayasa Mahkemesinin 15.12.2006 tarih, 2006/111E. ve 2006/112K. sayılı kararı uyarınca iptal edilmiştir Anayasa Mahkemesinin iptal kararına ilişkin genel gerekçesi, memurlar ve diğer kamu görevlililerinin, bunların dışında kalan diğer sigortalılar ile aynı hukuksal durumda bulunmamalarına karşın aynı sisteme bağlı kılınmalarının Anayasaya aykırı olduğudur. Ancak 5510 sayılı Kanun m.4/1,c halen yürürlükte olup, mecliste sorunun çözümüne ilişkin çalışmalar devam etmektedir..
Anılan maddeye göre; bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra ilk defa göreve başlayıp, kamu idarelerinde m.4/1, a bendine tabi olmayanlardan, kadro ve pozisyonlarında sürekli olarak çalışıp ilgili Kanunların da (a) bendi kapsamına girenler gibi sigortalı olması öngörülmemiş olanlar ile bu maddenin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine tabi olmayanlardan, sözleşmeli olarak çalışıp ilgili Kanunların da (a) bendi kapsamına girenler gibi sigortalı olması öngörülmemiş olanlar ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 86. maddesi uyarınca açıktan vekil atananlar, m.4/1,c kapsamında sigortalı sayılırlar.
Anılan kamu idarelerinden ne anlaşılması gerektiği hususu da Kanunun 3.maddesinin 21. bendinde düzenlenmiştir. Buna göre kamu idareleri; 10.12.2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunun 3. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen kamu idareleri ve kamu iktisadi teşebbüsleri ile bunlara bağlı idare, ortaklık, müessese ve işletmeleri ve yukarıda belirtilenlerin ödenmiş sermayesinin % 50’sinden fazlasına sahip oldukları ortaklık ve işletmelerden Türk Ticaret Kanununa tabi olmayanlarla özel Kanunlara göre personel çalıştıran diğer kamu kurumlarıdır.
Kanun anılan kişiler dışında, belirttiği şu kişilerin de m.4/1, c kapsamında sigortalı sayılacaklarını kabul etmiştir:
1.a) Kuruluş ve personel Kanunları veya diğer Kanunlar gereğince seçimle veya atama yoluyla kamu idarelerinde göreve gelenlerden; bu görevleri sebebiyle kendilerine ilgili Kanunlarında Devlet memurları gibi emeklilik hakkı tanınmış olanlardan hizmet akdi ile çalışmayanlar,
2.b) Başbakan, bakanlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, belediye başkanları, il encümeninin seçimle gelen üyeleri,
3.c) Birinci fıkranın (c) bendi kapsamında iken, bu kapsamdaki kişilerin kurduğu sendikalar ve konfederasyonları ile sendika şubelerinin başkanlıkları ve yönetim kurullarına seçilenlerden aylıksız izne ayrılanlar,
4.d) Harp okulları ile fakülte ve yüksek okullarda, Türk Silahlı Kuvvetleri hesabına okuyan veya kendi hesabına okumakta iken askeri öğrenci olanlar ile astsubay meslek yüksek okulları ve astsubay naspedilmek üzere temel askerlik eğitimine tabi tutulan adaylar,
5.e) Polis Akademisi ile fakülte ve yüksek okullarda, Emniyet Genel Müdürlüğü hesabına okuyan veya kendi hesabına okumakta iken Emniyet Genel Müdürlüğü hesabına okumaya devam eden öğrenciler(m.4/4).
Sigortalılık niteliğinin kazanılması için gerekli olan çalışma ilişkisi veya faaliyette bulunma kuralına, 6. madde ile istisnalar getirilmiştir. Bu durumun nedenleri arasında kişilerin, yaptıkları işin niteliği, kişiliklerine ilişkin bazı özellikler veya başka sosyal güvenlik rejimlerine tabi olmaları gibi gerekçeler yer almaktadır. Bunların yanı sıra, rehabilite edilenler gibi bir bölümü de, zaten 4. maddede sayılan nitelikte bir çalışma veya faaliyete dayanarak çalışmadıkları için, sigortalı sayılmayacaklarını vurgulamak da amaçlanmıştır.
Kanunun 6. maddesinde sayılan kişiler şunlardır:
1.a) İşverenin işyerinde ücretsiz çalışan eşi,
2.b) Aynı konutta birlikte yaşayan ve üçüncü derece dâhil bu dereceye kadar hısımlar arasında ve aralarına dışardan başka kimse katılmaksızın, yaşadıkları konut içinde yapılan işlerde çalışanlar,
3.c) Ev hizmetlerinde süreksiz olarak çalışanlar ile ev hizmetlerinde hizmet akdi ile sürekli çalışmasına rağmen, haftalık çalışma sürelerinin 4857 sayılı İş Kanununda belirtilen sürelerden az olması nedeniyle, aylık kazançları prime esas günlük kazanç alt sınırının otuz katından az olanlar, c) Ev hizmetlerinde çalışanlar (ücretle ve sürekli olarak çalışanlar hariç),
4.d) Askerlik hizmetlerini er ve erbaş olarak yapmakta olanlar ile yedek subay okulu öğrencileri,
5.e) Yabancı bir ülkede kurulu herhangi bir kuruluş tarafından ve o kuruluş adına ve hesabına Türkiye’ye bir iş için gönderilen ve yabancı ülkede sosyal sigortaya tâbi olduğunu belgeleyen kişiler ile Türkiye’de kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlardan, yurt dışında ikamet eden ve o ülke sosyal güvenlik mevzuatına tâbi olanlar,
6.f) Resmî meslek ve sanat okulları ile yetkili resmî makamların izniyle kurulan meslek veya sanat okullarında ve yüksek okullarda fiilen normal eğitim süreleri içinde yapılan, tatbikî mahiyetteki yapım ve üretim işlerinde çalışan öğrenciler,
7.g) Sağlık hizmet sunucuları tarafından işe alıştırılmakta olan veya rehabilite edilen, hasta veya malûller,
8.h) 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (b) ve (c) bentleri gereği sigortalı sayılması gereken işlerde çalışmakla birlikte, 18 yaşını doldurmamış olanlar, h) 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (b) ve (c) bentleri gereği sigortalı sayılması gerekenlerden 18 yaşını doldurmamış olanlar,
1) Kamu idareleri hariç olmak üzere, tarım işlerinde veya orman işlerinde hizmet akdiyle süreksiz işlerde çalışanlar ile tarımda kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlardan; tarımsal faaliyette bulunan ve yıllık tarımsal faaliyet gelirlerinden, bu faaliyete ilişkin masraflar düşüldükten sonra kalan tutarın aylık ortalamasının, bu Kanunda tanımlanan prime esas günlük kazanç alt sınırının otuz katından az olduğunu belgeleyenler,
1.k) Kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlardan gelir vergisinden muaf olup, esnaf ve sanatkâr siciliyle birlikte kanunla kurulu meslek odalarına usûlüne uygun olarak kayıtlı olanlardan, aylık faaliyet gelirlerinden bu faaliyetine ilişkin masraflar düşüldükten sonra kalan tutarı, prime esas günlük kazanç alt sınırının otuz katından az olduğunu belgeleyenler, j) Kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlardan gelir vergisinden muaf olup, esnaf ve sanatkâr siciline kayıtlı olanlardan, aylık faaliyet gelirlerinden bu faaliyetine ilişkin masraflar düşüldükten sonra kalan tutarı, prime esas günlük kazanç alt sınırının otuz katından az olduğunu belgeleyenler,
2.k) Kamu idarelerinin dış temsilciliklerinde istihdam edilen ve temsilciliğin bulunduğu ülkede sürekli ikamet izni veya bu devletin vatandaşlığını da haiz bulunan Türk uyruklu sözleşmeli personelden, bulunduğu ülkenin sosyal güvenlik kurumunda sigortalı olduğunu belgeleyenler ile kamu idarelerinin dış temsilciliklerinde istihdam edilen sözleşmeli personelin uluslararası sosyal güvenlik sözleşmeleri çerçevesinde ve temsilciliğin bulunduğu ülkenin “ilgili mevzuatının” zorunlu kıldığı hallerde, işverenleri tarafından bulunulan ülkede sosyal sigorta kapsamında sigortalı yapılanlar.
SİGORTALILIK HALLERİNİN ÇAKIŞMASITürk hukuk sisteminde, “sosyal güvenlikte teklik” ilkesi benimsenmiştir. 5510 sayılı Kanun öncesi dönemde, birden fazla kanun ve sosyal güvenlik kurumu bulunduğundan, farklı kanunların kapsamına girecek şekilde çalışan sigortalının sigortalılık ilişkisi bunlardan sadece biriyle kurulmaktaydı. Aynı ilke 5510 sayılı Kanun döneminde de, bazı önemli yeniliklerle devam etmektedir. Bu bağlamda konuyu 5510 sayılı Kanun öncesi ve sonrası dönem olarak incelemeyi faydalı buluyoruz.
- 5510 sayılı Kanun Öncesi Dönem:
Bir kişinin aynı anda birden fazla kanunun kapsamına girecek şekilde faaliyette bulunması mümkündür. Örneğin; kişi aynı anda işçi olarak bir işverene bağlı çalışırken, bir yandan da bağımsız faaliyeti nedeniyle gelir vergisi mükellefi olabilir. Bu durumda, sosyal güvenlikte teklik ilkesi çerçevesinde sigortalının, hangi sigortalılık ilişkisine üstünlük tanınacağı uygulamada birçok soruna neden olmuştur.
Yargıtay Dairelerinin, belirledikleri ölçütlerin farklılığı nedeniyle, görüş ayrılığı da ortaya çıkmıştır. Yargıtay 10.Hukuk Dairesi önceleri sorunu, hangi faaliyetin önce başladığına bakarak çözmeye çalışmıştır. Daire konuya ilişkin Kararında, bir kimsenin hangi kanunun kapsamında olduğunun tespiti için önce bağımsız çalışmasının mı, yoksa hizmet akdi ile çalışmasının mı önce başlayıp devam etmekte olduğunun tespit edilmesi gerektiğini belirtmiştir[29].
Yargıtay 10.Hukuk Dairesi, sonrasında görüş değiştirmiş ve “ekonomik yönden baskın olma” ölçütünü uygulamıştır. Konuya ilişkin Dairenin önüne gelen bir davada; davacı, aynı dönemde hem lokantacılık faaliyeti nedeniyle Bağ-Kur hem de hizmet sözleşmesine bağlı olarak olduğu için SSK kapsamında çalışmıştır. Daire, kararında şu görüşlere yer vermiştir:
“ Gerçekten bir kişinin iki sosyal güvenlik kuruluşuna tabi tutulamayacağı bilinmektedir. Sigortalının aynı dönemde hem SSK.lı işte, hem de Bağ-Kur’a tabi işte çalışması mümkündür. Ancak bu gibi durumlarda, kişinin ekonomik ve fiili yönden ağır basan çalışması hangi kurumda geçmiş ise o kuruma tabi biçimde sigortalı sayılması gerektiği Dairemizin ve Yargıtay’ın yerleşmiş görüşlerindendir. O itibarla iddia edilen dönemlerde davacının ne kadar süre ile TTK.da ne kadar süre ile lokantacılık işinde çalıştığı tarafların gösterecekleri deliller toplanarak tespit edilmeli, keza iddia edilen yıllarda vergi dairesine ne kadar vergi ödediği ağır basan çalışmanın hangi kurumda geçtiği kesin olarak saptanmalı ve varılacak sonuç uyarınca karar verilmelidir.” [30] [31].Yargıtay 21.Hukuk Dairesi ise, bu durumda “ önceden başlayan sigortalılık ilişkisine” göre sorunu çözmektedir. Dairenin incelediği bir davada, davacı limited şirket ortağı olarak zorunlu Bağ-Kur sigortalısı iken, sonradan bir işte çalışmaya başlayarak zorunlu Sosyal Sigortalar Kurumu sigortalısı da olmuştur. Daire, hukuk sistemimizde aynı anda birden fazla sosyal güvenlik kurumuna bağlı olunmasının mümkün olmadığını belirtmiştir. Buna gerekçe olarak da, 506 sayılı Kanunun 3. maddesinin 1/ F ve K bentleri ile 1479 sayılı Kanunun 24/I-II. maddesi göstermiştir. Bu doğrultuda Daire, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 3.10.2001 tarihli, 2001/21-627 E., 2001/659K. sayılı Kararına da dayanarak, önceden başlayıp devam eden sigortalılığa geçerlilik tanınması gerektiğine ve Bağ-Kur zorunlu sigortalılığı ile çakışan SSK zorunlu sigortalılığının iptaline ilişkin Kurum işleminin doğru olacağına karar vermiştir[32].
Yargıtay 21. Hukuk Dairesi, zorunlu sigortalılık ile isteğe bağlı sigortalılığın çakışması durumunda, zorunlu sigortalılığın geçerli kabul edilmesi ve çakışan sigortalılığın yok sayılması gerektiğini belirtmiştir. Ancak Daireye göre, bu gibi durumlarda zorunlu sigortalılık ile çakışmayan isteğe bağlı sigortalılık kısmı var ise, bu araştırılarak geçerli kabul edilmelidir [33].
5510 sayılı Kanun Sonrası Dönem:Yukarıda belirttiğimiz sorunları önlemek amacıyla, 5510 sayılı Kanunda yeni bazı düzenlemeler yapılmıştır. Buna göre; m.4/1,c bendi kapsamındaki sigortalılığa diğerlerine oranla üstünlük tanındığı görülmektedir. Şöyle ki; sigortalının, 4. maddenin 1. fıkrasının a,b ve c bentlerinde yer alan sigortalılık hallerinden birden fazlasına aynı anda tabi olmasını gerektirecek çalışmalarının olması durumunda, öncelikle aynı maddenin (c) bendi kapsamında sigortalı sayılacaktır. Örneğin; sigortalı devlet memuru olarak çalışırken, bir yandan da oto galeri işletmeciliği gibi bağımsız bir faaliyette bulunuyorsa, öncelikle m.4/1,c kapsamında sigortalı kabul edilir.
Sigortalının, çakışan sigortalılık halleri arasında eğer c bendi kapsamındaki çalışması bulunmuyorsa, ilk önce hangi sigortalılık ilişkisi başlamışsa o esas alınarak sigortalı sayılır(m.53/1). Dolayısıyla bu gibi durumlarda, hangi sigortalılığın önce başladığının tespiti gerekecektir. Bu düzenlemeye ilişkin sorunların çıkması da kuvvetle muhtemeldir. Zira, bazı olaylarda önce başlayan sigortalılık kuruma tescil edilmemişken, sonradan başlayan sigortalılık bildirilerek primleri düzenli ödenmiş olabilir. Bu durumda aradan uzun süre geçtikten sonra sigortalılığın iptali ile önceki sigortalılığın tescili ve bunun hakkaniyete uygun olup olmadığı sorunu tartışılabilir[34].
Kanunun 53.maddesinin ikinci fıkrasında ise bir istisna getirilerek, m.4/1,b kapsamında sigortalı olanların, kendilerine ait veya ortak oldukları işyerlerinden dolayı m.4/1,a bendi kapsamında sigortalı bildirilemeyecekleri düzenlenmiştir. Örneğin; işletme sahibinin, m.4/1,a kapsamında sigortalı olabilmek için kendisini, iş sözleşmesine tabi olarak çalışıyor göstermesi mümkün değildir.
Kanun isteğe bağlı sigortalılık ile zorunlu sigortalılık hallerinin çakışması durumunda da, zorunlu sigortalılığa üstünlük tanımıştır. Bu durumda isteğe bağlı sigortalılık hali sona erecektir. Ancak kısmi süreli çalışan sigortalıların, zorunlu sigortalılığın dışında kalan sürelerinde isteğe bağlı sigortalı olmalarına yasal bir engel yoktur.
Sigortalının, 4. maddenin 1.fıkrasının a,b ve c bentlerinde yer alan sigortalılık halleri ile 5. maddenin a ve b bentlerinde yer alan kısmi sigortalılık hallerinin çıkışması halinde ise, kişi 4. madde kapsamında sigortalı sayılacaktır(m.53/4).
Sigortalının, belirtilen düzenlemeler kapsamında sigortalı sayılması gereken sigortalılık halinden başka bir sigortalılık hali için prim ödemiş olması durumunda ödenen primler, esas alınan sigortalılık için ödenmiş ve bu halde geçmiş sayılır. Bu bağlamda, primler sigortalıya iade edilmeyecek, prim ve sigortalılık süresine eklenecektir.
KAYNAKÇA
AKIN, Levent : Bağ-Kur Sigorta Yardımları, Ankara, 1996.
AKIN, Levent: Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Tek Çatı Uygulaması Üzerine Bir Değerlendirme“, Türk-İş Dergisi, Temmuz-Ağustos 2004, s.61-66.
AKTAY, Nizamettin/ ARICI, Kadir/ KAPLAN, Tuncay: İş Hukuku, Ankara 2007
ARASLI, Utkan: Sosyal Güvenlik ve Sosyal Sigortalar, Cilt 2, Ankara 2002.
BAŞTERZİ, Süleyman: Çalışmanın Kesintiye Uğramasının Sosyal Sigorta İlişkisine Etkisi, Ankara 2007.
BİLGE, Necip: Hukuk Başlangıcı, Ankara 1999.
ÇELİK, Nuri: İş Hukuku, İstanbul 2005
ERGİN, Hediye: 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası’nın Geçici Hükümlerine İlişkin Bir İnceleme, Legal İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku Dergisi, sa.13/2007, s.222–280.
GÜNAY, Cevdet İlhan: İş Kanunu Şerhi, Ankara 2005
GÜZEL, Ali: “Fabrikadan İnternet’e İşçi Kavramı ve Özellikle Hizmet Sözleşmesinin Bağımlılık Unsuru Üzerine Bir Deneme”, Prof.Dr. Kemal Oğuzman’a Armağan, Ankara 1997.
GÜZEL, Ali/ OCAK, Saim:5510 sayılı Yasa İle İşverenlere Getirilen Ek Sosyal Sigorta Yükümlülükleri, Legal İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku Dergisi, sa.13/2007, s.138-186.
GÜZEL, Ali/ OKUR, Ali Rıza/ CANİKLİOĞLU Nurşen: Sosyal Güvenlik Hukuku, İstanbul 2009.
KILIÇOĞLU, Mustafa/ ŞENOCAK, Kemal: İş Kanunu Şerhi, İstanbul 2008.
OKUR, Ali/ ERGİN Hediye: 5510 sayıl Kanunda Değişiklik Öngören 25/10/2007 Tarihli Taslağın Değerlendirilmesi, Legal İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku Dergisi, sa.16/2007, s.1441–1471.
SÖZER, Ali Nazım: Sosyal Sigorta İlişkisi, İzmir 1991
SÜZEK, Sarper: İş Hukuku, İstanbul 2008
TEZEL, Ali/ KURT Resul: Sosyal Güvenlik Reformu, Ankara 2009.
[1] Akın, Tek çatı uygulaması, s.61–66.
[2] RG, 20.05.2006, s.26173.
[3] RG, 16.6.2006, s.26200.
[4] RG, 30.12.2006, s.26392.
[5] Güzel/Ocak, s.138–143.
[6] Okur/Ergin, s. 1464–1470; Ergin, s.222–280.
[7] Başterzi, s.17.
[8] Sözer, s.137–138.
[9] HGK, 14.6.1972, 1972/ 9-318E., 1972/443K. (www.kazancı.com)
[10] 10.HD, 21.6.1984 T., 3455E., 3579 K. (Aslanköylü, s.314).
[11] HGK, 16.6.1999T., 1999/21-508E., 1999/525K. (YKD, Nisan 2000, sa.4,s.509-511). 10.Hukuk Dairesi üyesi Zafer Erdoğan ise kararın karşı oy yazısında, işe giriş ile çalışma olgularını birbirinden ayırmak gerektiğini, sigortalı olmak için işe alınmanın yeterli şart olarak kabul edilmesinin gerektiğini, sigortalı işe giriş bildirgesinin en az 1 gün süreyle o işte çalıştığına karine teşkil edeceğini ve bu karinen aksini ispat etmenin kurum’a düştüğünü belirtmektedir.
[12] Başterzi, s.25–53.
[13] Güzel, s.102–104.
[14] Başterzi, s.31.
[15] Süzek, s.213–215.
[16] Aktay/Arıcı/Kaplan, s. 79–82; Çelik, s.73 vd. ; Günay, s. 96–97; Süzek, s.213–219.
[17] 10.HD., 27.2.1984T., 1132E., 1166K. (Aslanköylü, s.208–209).
[18] Kararlar için bkz. Güzel/Okur/Caniklioğlu, s.99–100, dipn. 13–25.
[19] Ayrıntılı bilgi için bkz. Başterzi, s.32–53. Diğer ölçütler için bkz. Kılıçoğlu/Şenocak, s.31–32.
[20] Başterzi, s.53–57.
[21] 21.HD,4.2.1997 T., 1997/544E. 1997/573K. (YKD, sa.6, Haziran 1997,s.971–972).
[22] 10.HD, 10.12.2001T., 8512E., 8732K. (Aslanköylü, s.188–189).
[23] Daire; 1.5.2003T., 2954E., 3914K sayılı kararında da, parça başına ücret alan işçinin iş sözleşmesine bağlı olarak çalıştığını belirterek, sigortalı olarak kabul edilmesi gerektiğine karar vermiştir (Aslanköylü, s.185).
[24] Ayrıntılı bilgi için bkz. bölüm III, s.16,17.
[25] RG, 10.09.1977, s. 16053.
[26] 10.HD, 19.3.1984 T., 1428/1545 (Akın, s.4).
[27] RG, 15.07.1953, s. 8458.
[28] RG, 23.08.1955, s.9085.
[29] 10.HD, 17.5.1979 T., 632E., 4596K. (Akın, s. 17–18)
[30] 10.HD., 19.11.1998T., 8250E., 8123K. ( Aslanköylü, s.194). Kararın karşı oy yazısında Şemsettin Abik, sigortalının menfaatine olan kurumu tercih etme hakkına sahip olduğunu ileri sürmüştür.
[31] Daire bir başka kararında da, iki sigortalılığın çakışması durumunda, kişinin ekonomik yaşamında baskın ve egemen olan çalışmasına öncelik verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu bağlamda Daire, sigortalının vergi kayıtlarını, buna bağlı vergi beyannamelerini ve sosyal sigortalı çalışmalarını karşılaştırmayan ilk derece Mahkemesinin Kararını usul ve yasaya aykırı bulmuştur. 10.HD, 25.5.1993 T. , 14229/5868 (Araslı, s.1710). 10.HD’nin aynı yöndeki bir başka kararı için bkz. 10.HD, 1.6.2000T., 3902E., 4060K. ( Aslanköylü, s.192).
[32] 21.HD. 23.1.2006 T., 2005/7594 E., 2006/147K. (Yayınlanmamıştır). Dairenin aynı öndeki yeni tarihli bir başka kararı için bkz. 08.04.2008 T., 2007/11290E., 2008/5538K. (www.kazanci.com).
[33] 21.HD, 24.10.2005T. , 2005/5310E., 2005/9957K. (www.kazanci.com).
[34] Ayrıntılı bilgi ve YHGK’nın 19.2.2003 T., 21-60/79 sayılı Kararı için bkz. Güzel/Okur/Caniklioğlu, s. 141-142 (dipn.184).