GİRİŞ
Anayasamıza göre, mahkemelerin görevi ve yetkisinin kanunla düzenlenmesi zorunludur. (m.142) Bu zorunluluk, genel olarak, yine Ay. m. 37’nin öngördüğü diğer bir ilke olan “tabii hakim” ilkesinin bir gereği sayılmaktadır. Bu ilkelerin bir sonucu olarak, davanın kanunlarca görevli ve yetkili kılınmış mahkemeler tarafından görülmesi esastır. Kanun koyucu da, Anayasanın anılan amir hükümleri doğrultusunda hareket ederek, ilgisine göre konuyu çeşitli kanunlarla düzenlemiş bulunmaktadır.
Anayasanın bu amir hükümlerinin önemi, özellikle idari yargılama sisteminde kendini göstermektedir. İYUK’da düzenlenen yetki kurallarının kamu düzeninin gereği sayılması, idari yargılama sisteminin temel özelliklerinden biridir. ( İYUK m.32/2 ) Bunun sonucu olarak da idari yargıya ilişkin yetki kuralları sadece genel bir çerçevede düzenlemekle yetinilmemiş; gerek İYUK gerekse de ilgili kanunlarda ayrıntılı şekilde düzenlenmişlerdir. Fakat buna rağmen, yine de idari yargıda bir uyuşmazlığa hangi mahkemede bakılacağına ilişkin çeşitli sorunlar ortaya çıkabilmektedir ki; bu da yargılamada gereksiz tıkanıklara, zaman kayıplarına yol açmaktadır.
İşbu bu noktada “Merci Tayini”, yargılamanın devamı açısından önemli rol oynamaktadır. Yetkili idari mahkemenin çeşitli sebeplerle önündeki davaya bakamadığı hallerde, merci tayini yoluna gidilerek, uyuşmazlığı çözecek idari yargı mercii belirlenmekte; böylelikle yargılamada meydana gelen tıkanıklıklar giderilebilmektedir.
Bu çalışmamızda “Merci Tayinine” ilişkin İYUK hükümleri, HUMK düzenlemesi ile karşılaştırılmak suretiyle, ayrıntılı şekilde incelenerek; müessesenin tutarlı ve tutarsız yanları ortaya konulmaya çalışılacaktır.
1.BÖLÜM
KAVRAM, TANIM, ÖNEM
1.Kavram ve Tanım “Yetki” kavramı merci tayini ile doğrudan bağlantılı bir kavram olup, “yer itibariyle görev” olarak tanımlanabilir. Bir başka ifadeyle, idari yargıda “yetki” kavramı, mahkemelerin görevine ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla, bir davaya hangi coğrafi alanda kurulu mahkemece bakılacağını ifade eder. Söz konusu “coğrafi alan”, aynı zamanda o mahkemenin “yargı çevresini” de belirlemektedir.
Adli yargılama sisteminin aksine, İYUK’da düzenlenen yetki kuralları daima kamu düzenindendir. Bu kuralın sonucu olarak, idari yargıda taraflar yargılamanın her aşamasında mahkemenin yetkisizliğini ileri sürebilecekleri gibi; mahkeme de tarafların itirazı olmasa dahi yetkisizlik kararı verebilir. Mahkemenin verdiği yetkisizlik kararı üzerine dosyanın gönderildiği ikinci mahkeme de yetkisizlik kararı verirse, bu uyuşmazlık daha sonra da açıklayacağımız üzere İYUK m.43’de düzenlenen kurallara göre çözülür. Ancak bu sebeplerin dışındaki hallerde de yetkili yargı merciin belirlenmesi ihtiyacı doğabilir. İYUK m.44’te düzenlenen “Merci Tayini” de bu haller düşünülerek görevli ve yetkili mahkemenin belirlenmesine ilişkin kurallar getirilmiştir.
“Merci Tayini”nin düzenlendiği, İYUK m.44’e göre:
1.Yetkili mahkemenin fiili veya hukuki bir engel sebebiyle davaya bakamaması,2.İki mahkemenin yargı çevresinin sınırlarında tereddüt edilmesi,3.Aynı konuda iki ayrı mahkemede dava açılması ve her iki mahkemenin de davaya bakmaya yetkili olduğuna karar vermesi halinde, uyuşmazlığın aynı yargı çevresindeki mahkemeler arasında çıkması durumunda o yargı çevresindeki bölge idare mahkemesi; farklı yargı çevresindeki mahkemeler arasında çıkması halinde ise Danıştay merci tayin etmekle yetkilidir.Bu düzelemeden yola çıkarak idari yargı açısından merci tayini; “İdari Yargılama Usulü Kanununun 44. maddesinde yazılı nedenlerle, davaya bakmakta yetkili mahkemenin belirlenmesinde tereddüt ortaya çıktığı hallerde, davaya bakacak idari mahkemenin tespitidir” şeklinde tanımlanabilir[1].
Bununla tanımla birlikte, müessesenin hangi kavramla adlandırılacağı konusunda ilgili yasalarda kavram birliği bulunmamaktadır. Şöyle ki; idari yargılama sisteminde düzenlenme bulan müessese, adli yargılama sisteminde de düzenlenmiştir. Hatta denilebilir ki, merci tayinine ilişkin İYUK düzenlemesinde büyük ölçüde HUMK düzenlemesinden esinlenilmiştir. Müessese ile ilgili olarak, HUMK m.25-26’da “merci tayini” kavramını kullanırken; m.40’da müessese “merci belirtilmesi” olarak isimlendirilmiştir. Yine Yargıtay Kanunu ilgili maddelerinde müessese “yargı yergi belirtilmesi” olarak adlandırılmıştır. İYUK’da ise, müessese 44. maddede, “merci tayini” başlığı altında düzenlenmektedir.
1.ÖnemMerci tayininin, yetki kavramıyla olan bağlantısı sebebiyle; müessesinin ilk önemi kendisini mahkemelerin yetki kurallarına uygun çalışmasında göstermektedir. Bilindiği üzere “tabii hakim”(Ay.m.37) ilkesinin doğal bir sonucu olarak, mahkemelerin görevi ve yetkisinin kanunla düzenlenmesi şarttır. Buna göre de davanın kanunlarca görevli ve yetkili kılınmış mahkeme tarafından görülmesi gerekir. Ancak ilerde de açıklayacağımız üzere, bazı sebeplerin varlığı halinde davanın yetkili ve görevli mahkemece görülmesi mümkün olmayabilir. Bu sebepler fiili durumlardan, yasal engellerden ya da mahkemelerin kendi yetki sınırlarına ilişkin tereddütlerinden kaynaklanabilir. Bu özel durumlarda yüksek yetkili idari yargı makamlarınca, aslında davayı görmekle görevli ve yetkili mahkemeden başka bir idari yargı makamı yetkilendirilmekle; bu şekilde yargılamada meydana gelen duraksamaların önüne geçilmektedir. Böylece yargılamaya ilişkin gereksiz zaman kayıpları engellenerek “adil yargılanma hakkının” önemli bir unsurunu teşkil eden “makul sürede yargılanma” ilkesi de gerçekleştirilmektedir.
Merci tayininin diğer bir önemi de kendisini, yerel mahkemelerin usul hükümlerine uyup uymadıklarını saptanmasında kendini gösterir[2]. Gerçekten de, merci tayini yerel mahkemelerin çalışmalarının, usul hükümlerine uygunluğunu değerlendirmede tam bir göstergedir. Usul hükümleri, yargılamaya şekil verilmesi ve yargılamanın yönlendirilmesi açısından büyük önem taşımaktadırlar. Mahkemelerin usul hükümlerini doğru uygulamaları halinde, çok uç ve tümüyle ilke tartışması niteliği olanlar dışında yerine göre Danıştay’a ve bölge idare mahkemelerine merci tayini için başvurma gereği de kalmayacaktır.
2.BÖLÜMMERCİ TAYİNİNE BAŞVURULAN HALLER
Görevli ve Yetkili Mahkemenin Davaya Bakmasına Fiili veya Hukuki Engel Çıkması
İYUK m.44/1’de merci tayini yoluna gidilebilecek ilk sebep “yetkili mahkemenin bir davaya bakmasına fiili veya hukuki engel çıkması” olarak belirtilmiştir. Dolayısıyla gerek fiili engel hallerinde, gerekse de hukuki engel hallerinde merci tayinine başvurularak, davaya bakacak mahkemenin belirlenmesi istenebilecektir.
Fiili ve hukuki engel hallerinin neler olduğunu ayrı başlıklar altında incelemekte fayda olduğu kanısındayız:
1)Fiili Engel Halleri
İYUK m.44/1’de yalnızca “fiili engel” hallerinde merci tayinine gidilebileceği belirtilmekle yetinilmiş; bu hallerin neler olduğu ise ayrıca sayılmamıştır. Bununla birlikte doktrinde “fiili engel” sonucu, davayı görmekte yetkili olan mahkemenin çalışamaz duruma gelmesinin merci tayini bakımından zorunlu olduğu kabul edilmektedir[3]. Mahkemenin çalışamaz duruma gelmesine sebebiyet veren bu fiili engeller iki kümede toplanabilir:
1.a) Deprem, sel gibi doğal bir afet ya da yangın, su baskını, salgın hastalık, savaş gibi bir fiili durum sebebiyle yetkili mahkemenin çalışamaz duruma gelerek davaya bakamayacak duruma gelmesi, “fiili engel” halleridir. Burada önemli olan insan emeği ile önlenemeyen ve çok özel durumlarda ortaya çıkan olağanüstü bir durum sebebiyle mahkemenin iş göremez duruma gelmesi söz konusudur.Bu engellerden birinin varlığı halinde, her dava için ayrı ayrı merci tayini yoluna başvurmaktansa, tüm davaların toplu halde başka bir mahkemeye gönderilmesinde fayda vardır. Bu işlem, Adalet Bakanlığı’nın önerisi ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca yapılabilir[4]. Böylelikle yargılamanın gereksiz yere uzaması engellenerek, davaların makul süre içerinde görülmesi sağlanabilir.
1.b) Hakimin hastalanması veya ölmesi ve o yerde davaya bakacak başka hakimin bulunmaması da fiili engel hallerindendir. Bu durumda da, Adalet Bakanı HSYK kararı ile geçici olarak mahkemede hakim görevlendirerek, davaların görülmesinin devamını sağlayabilir[5]. Böylece fiili engel hallerinde her dava için ayrıca Danıştay’a veya bölge idare mahkemesine başvurmaya gerek kalmayacaktır.
Bir mahkeme hakimin atanma ile o mahkemeden ayrılması davanın görülmesine engel teşkil edeceği düşünülebilirse de, bu durum işin niteliği gereği merci tayini gerektiren bir durum değildir[6]. Zira bu engel yeni bir hakim atama veya yetkilendirme yoluyla giderilebilecektir.
2) Hukuki Engel Halleri
Hukuki bir engel sebebiyle de yetkili mahkemenin davayı göremez hale gelmesi mümkündür. Bu halde de, İYUK m.44/1 uyarınca merci tayini yoluna gidilebilecektir. Fiili engel halleri gibi, hukuki engel hallerinin de neler olduğu kanunda açıkça sayılmış değildir. Ancak hukuki engel halleri, fiili engel hallerinden farklı olarak, fiili durumlardan kaynaklanmaz; mevzuatta düzenleme bulmuş hukuk kurallarından kaynaklanırlar.
Hukuki engelin en tipik örnekleri hakimin çekinmesi veya reddi halleridir. Hakimin çekinmesini ve reddini gerektiren sebepler İYUK’da düzenleme bulmamıştır. Ancak İYUK m. 31/1’da “…hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi…” hallerinde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümlerinin uygulanacağı ifade edilmiştir. Hakimin davaya bakmaktan yasaklı olduğu yani çekinmek zorunda olduğu haller ile hakimin reddi sebepleri ise HUMK m.28-29’da düzenlenmiştir:
A) Hakimin Davaya Bakmaktan Yasaklı Olduğu Haller ( Çekinme Sebepleri )
HUMK m.28’de hakimin çekinme sebepleri bir başka deyişle hakimin davaya bakmaktan yasaklı olduğu haller şu şekilde sayılmıştır:
Hakim kendisine ait olan ya da doğrudan veya dolaylı olarak ilgili bulunduğu davalara bakamaz,Hakim, aralarında evlilik birliği kalkmış olsa bile eşinin; altsoyunun veya üstsoyunun; 3. derece dahil yansoy kan hımsı ile 2. derece dahil yansoy kayın hısmının ve evlatlığının davasına bakamaz,Hakim, kki taraftan birinin velisi, vasisi, vekili veya kayyımı olarak hareket ettiği davalara bakamaz,Hakim yönetim kurulunda bulunduğu dernek, belediye veya tüzel kişilere ilişkin davalara bakamaz.Hakimin davaya bakmakta yasaklı olduğu haller, hakimin görmekte olduğu bir davada kesin surette tarafsız kalamayacağının düşünüldüğü hallerdir. Kanunda bu haller tahdidi olarak sayılmıştır; yani genişletilemezler. Dolayısıyla bu haller dışındaki bir sebep dolayısıyla hakim davaya bakmaktan çekinemez veya çekinmesi talep edilemez. Bu hallerden birisi ortaya çıktığında hakim kendiliğinden çekinmek zorundadır. Taraflar da yargılamanın her aşamasında bu sebeplerden birini ileri sürerek hakimin çekinmesini talep edebilir. Bununla birlikte davanın tarafları açık ve yazılı bir onay verdikleri takdirde; davaya bakması yasak olan hakimin davaya bakmaya devam etmesini sağlayabilirler. ( HUMK m.30 ) Ancak bu halde dahi hakim davaya bakmaktan kendiliğinden çekinebilir.
Hakim, davaya bakmaktan yasaklı olmasına rağmen, davadan çekinmeyerek davaya bakmaya devam ederse, HUMK m.30 gereği hakimin yaptığı usul işlemleri ve aldığı ara kararlar bir üst yargı yerince iptal olunabilirler. Bu halde yetkili idari yargı yeri ise, ilk derece idare mahkemelerinin karar ve işlemleri bakımından yargı çevresinde bulunulan Bölge İdare Mahkemesi; Bölge İdare Mahkemesinin karar ve işlemleri bakımından ise Danıştay olacaktır. Davayı sona erdiren nitelikteki nihai kararlar ( örneğin ilk inceleme sonucu verilen kararlar, davanın açılmamış sayılmasına ilişkin kararlar, davanın esasına ilişkin kararlar ) ise; her halde iptal edileceklerdir.
Hakimin, çekinme sebeplerini bilmeden davaya devam etmesi halinde de üst dereceli idari yargı yerince işlemleri veya kararları iptal edilebilir. Yani hakimin çekinme sebebini bilmemesi veya işlem ve kararından sonra öğrenmiş olmasının sonuca bir etkisi yoktur. Çekinme sebebine rağmen davaya devam eden hakim, bu sebepten doğan yargılama giderlerine mahkum edilmesi mümkündür. ( HUMK m.30 ) İşte bu noktada, hakimin çekinme sebebini bilmiyor olması, yargılama giderlerinden sorumlu olmamasında etkili olabilir[7].
B)Hakimin Reddi Sebepleri
Hakimin çekinmesi sebeplerinin aksine, hakimin reddi sebeplerinde hakimin tarafsızlığına kesin gözüyle bakılmaz. Bu hallerde hakimin tarafsızlığını kaybedebileceğine ilişkin bir şüphe vardır. Bu yüzden hakimin reddi sebepleri HUMK’da tahdidi olarak sayılmamıştır. Dolayısıyla taraflar HUMK’da sayılan bu nedenlerle bağlı değildirler; tarafsızlığını şüpheye düşüren başka bir sebep ileri sürerek de hakimin reddini talep edebilirler.
- Hakimin reddi sebepleri HUMK m.29’da düzenlenmiştir. Bu sebepler şunlardır:
- Hakimin davada iki taraftan birisine nasihat vermiş veya yol göstermiş olması,
- Hakimin kanunen gerekmediği halde, dava hakkında görüşünü beyan etmesi,
- Hakimin davada tanık, bilirkişi, hakem veya hakim sıfatıyla hareket etmesi,
- Hakimin 4. derecede yansoy kan ve kayın hısımlarının davasına bakması,
- Hakimin dava sırasında taraflardan birisiyle davası veya aralarında düşmanlık bulunması,
- Hakimin tarafsızlığını şüpheye düşürecek önemli sebeplerin bulunması.
- Bu sebeplerden birinin varlığı halinde davanın tarafları hakimi reddedebilecekleri gibi, hakim de kendisini reddedebilir.
- Davanın taraflarının açık ve yazılı onayına rağmen hakimin ret sebeplerinden birine dayanarak davaya bakmaktan -çekinmesi de mümkündür. Ret sebeplerinden birinin varlığına rağmen, hakim tarafsızlığını bozmayacağı kanısında ise çekinmek zorunda değildir. Bu durumda taraflardan birinin ret istemine kadar davaya bakabilir. (HUMK m.31)
Hakimin reddi için ret sebeplerinin tam olarak kanıtlanmasına gerek yoktur[8]. Ret sebebinin doğrulunun kuvvetle muhtemel olması, hakimin reddi talebinin kabulü için yeterlidir. Hakimin reddi talebinin kabulü için, talebin yazılı olması şarttır. Eğer hakimin reddi talebi vekil aracılığı ile yapılıyorsa, vekaletnamede vekile bu konuda özel yetki verilmiş olması gereklidir. ( HUMK m.33 )
HUMK m.34/1’te, ret sebebini bilen tarafın ret talebini en geç ilk oturumda; eğer ret sebebi yargılama esnasında öğrenilmişse en geç bundan sonraki oturumda yeni bir işlem yapılmadan önce ret talebini bildirmesi gerektiği aksi takdirde bu talebin dinlenmeyeceği düzenlenmiştir. Ancak bu hükmün idari yargılama yönteminin özellikleriyle bağdaşmadığı kanısındayız. Zira idari yargılama yönteminin en temel özelliklerinden biri “yazılı” olmasıdır. Bu özelliğin gereği olarak idari yargıda oturum ( duruşma ) yöntemine istisnai hallerde başvurulmakta ve tüm yargılama süresince ancak bir kez yapılabilmektedir. Dolayısıyla HUMK m.34/1 hükmünün idari yargıda uygulanması mümkün görülmemektedir. Bu noktada hakimin reddi talebinin en geç hangi sürede yapılması gerektiği sorunu ortaya çıkmaktadır. Doktrinde bu konuda farklı görüşler mevcuttur. Bir görüşe göre; hakimin reddi sebebini bilen tarafın en geç cevap süresi içinde red talebinde bulunması gerekir. Hakimin reddi sebebinin yargılama devam ederken öğrenilmesi halinde ise taraflar, cevap ve savunma süreleri içinde; duruşmalı işlerde ise duruşmanın hemen başında yargıcın reddi talebinde bulunmalıdırlar[9]. Ancak her halde nihai karar (hüküm) verilinceye kadar ret talebinde bulunulması gerekir. Bir diğer görüş de, hâkimin reddi talebinin davanın karara bağlanmasına kadar her zaman yapılabileceği yönündedir[10]. Kanımızca, ikinci görüşü kabul etmek daha doğru olacaktır. Esasen uygulama da bu yöndedir. Anayasamızda da güvence altında alındığı üzere “hakimin tarafsızlığı” asıldır. Hakimin tarafsızlığına ilişkin en ufak bir şüphenin dahi bulunması, yargılama sonunda verilen kararın şüpheye düşürecektir. Bu sebeple taraflar hakimin reddi sebebini öğrendikten sonra, yargılamanın her aşamasında hakimin reddi talebinde bulunabilmelidirler. Ancak bu hakkın, yargılamayı sürüncemede bırakmak kastıyla kötüye kullanılmaması ve makul süreler içerisinde ret talebinin ileri sürülmesi gerekir.
1.C) Çekinme ve Ret Usulüİdari yargı açısından çekinme ve red usulüne ilişkin İYUK m.56-57’de özel bir düzenleme getirilmiştir. Bu sebeple HUMK m.28 vd.’da düzenleme bulan çekinme ve ret usulünü düzenleyen hükümlerin idari yargıda uygulanmasına imkan yoktur.
İYUK m.56 “Danıştay’da çekinme ve reddi” düzenlerken; İYUK m.57 “mahkemelerde çekinme ve reddi” düzenlemiştir:
a)Danıştayda Çekinme ve Ret
İYUK m.56 Danıştay başkan ve üyeleri ile, tetkik hakimlerinin ve savcıların çekinme ve reddine ilişkin usulü düzenlemektedir. Maddenin 1. fıkrasına göre; Danıştay’ın herhangi bir dairesinde görülmekte olan davada başkan veya üyelerden biri çekindiği ve reddedildiği takdirde, talep çekinen veya reddedilen başkan veya üyenin katılmadığı o daire kurulunca incelenir ve karara bağlanır. Bu halde kurul teşekkül edemeyeceğinden boşluk öncelikle o dairede bulunan fazla üyenin katılımıyla; bu mümkün değilse 2575 sayılı Danıştay Kanunu m.14/4 gereği diğer Danıştay dairelerinden gelecek üyelerin katılımıyla toplanır.
Maddenin 2. fıkrasına göre ise eğer bir “idari dava dairesinde” çekinen veya reddedilen üye veya başkan sayısı birden fazla ise talep, bu başkan ve üyelerin katılmadığı “İdari Dava Daireleri Genel Kurulunda”; “vergi dava dairesinde” çekinen başka veya üye sayısı birden fazla ise yine bu başkan ve üyelerin katılmadığı “Vergi Dava Daireleri Genel Kurulunda” talep karara bağlanır.
Maddenin 3. fıkrasına göre ise İdari Dava Daireleri Genel Kurulu veya Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu başkan ve üyelerinden bir kısmının çekinmesi ve reddedilmesi halinde, toplanma ve karar yeter sayıları sağlanamazsa, noksanlık diğer dava dairelerinden alınacak üyelerle tamamlanır. Ancak maddenin 4. fıkrasına göre de, İdari ve Vergi Dava Daireleri Genel Kurulunun toplanmasına engel olacak sayıda ret isteminde bulunulamaz veya davadan çekinilemez.
Maddenin 5. fıkrasında da Danıştay tetkik hakimleri ile savcılarının çekinmesi ve reddi düzenlenmiştir. Tetkik hakimleri ve savcılar hakkındaki çekinme ve red talepleri de davaya bakmakla görevli daire tarafından incelenerek karara bağlanır.
b)Mahkemelerde Çekinme ve Ret İYUK m. 57’de bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri başkan ve üyelerinin çekinme ve ret taleplerinin karara bağlanması düzenlenmiştir.
Maddenin 1. fıkrasına göre tek hakimle görülen davalarda çekinme ve ret talebi, hakimin görev yaptığı mahkeme kurulu tarafından karara bağlanır.
Maddenin 2. fıkrasına göre ise; Bölge idare mahkemesi, idare ve vergi mahkemelerinde kurul tarafından görülen davalarda ise talep, çekinen veya reddi istenen başkan veya üyenin katılmadığı bir toplantıda incelenip karara bağlanır. Ancak maddenin 3. fıkrasına göre idare ve vergi mahkemelerinde reddedilen hakimlerin sayısı birden fazla ise talep, o mahkemenin yargı çevresi içinde bulunduğu “Bölge İdare Mahkemesince” karara bağlanır. Bununla birlikte bölge idare mahkemesinde birden çok başkan ve üyenin çekinmesi veya reddi söz konusu ise; talep Danıştay’da incelenerek karara bağlanır.
Maddenin 4. fıkrası gereği ise Danıştay’ca veya bu mahkemelerce ret istemleri yerinde görülürse işin esası hakkında da karar verilir. Maddenin 5. fıkrasına göre de, çekinme hallerinde de sayılan bu kurallar uygulanacaktır.
D)Çekinme ve Reddin Sonuçları Hakim, çekinme veya red isteminin kabulü üzerine davaya bakamaz. Bu durumda davanın esası hakkında hangi mahkeme tarafından karar verileceği hususunda, kanımızca İYUK m.44 ile İYUK m.57 düzenlemeleri arasında çelişki bulunmaktadır. Şöyle ki İYUK m.57/4-5’e göre; çekinme ve ret taleplerini incelemeye yetkili idari yargı makamı, bu taleplerin kabulüne karar verdiğinde ayrıca işin esası hakkında karar vermeye de yetkilidir. Buna karşın, İYUK m. 44 uyarınca, yerel mahkemenin bir davaya bakmasına hukuki bir engel bulunması durumunda, merci tayini sonucunda belirlenecek mahkeme tarafından karar verilmesi gerekir. Görüldüğü üzere, hakimin çekinmesi veya reddi gibi hukuki engel durumu söz konusu olduğunda, İYUK m.57’nin uygulanmakta ve çekinme ile ret talepleri incelenip kabul edildiği takdirde; işin esası hakkında da karar verilebilecektir. Başka bir ifadeyle, İYUK m.44’ün uygulanmasına ve işin esası hakkında karar verecek mahkemenin belirlenmesi için, merci tayini yoluna başvurulmasına gerek kalmamaktadır[11]. Bu sebeple adli yargıda işlerliği olan hukuki engel sebebiyle merci tayini yoluna gitmeye, idari yargıda başvurma olanağı bulunmamaktadır.
İki Mahkemenin Yetki Sınırında Tereddüt Edilmesi Merci tayinini gerektiren üçüncü durum ise; iki mahkemenin yargı çevresinin sınırlarında tereddüt edilmesi sebebiyle yetkili mahkemenin belirlenememesi halidir. Bu hal; iller, ilçeler, köyler arasındaki sınır belirsizlikleri veya anlaşmazlıklarının bulunması halinde ve özellikle taşınmazlarla ilgili davalarda ortaya çıkan bir durumdur[12]. Örneğin, Bala ve Keskin sınırında bulunan bir taşınmazın kamulaştırma işleminin iptali davasında Ankara İdare Mahkemesinin mi, yoksa Kırıkkale İdare Mahkemesinin mi yetkili olduğunun belirlenmesi gerekecektir. Görüldüğü üzere iki mahkemenin yetki sınırında tereddüt edilmesi ihtimali oldukça sınırlıdır. Uygulamada da bu sebepten ötürü merci tayinine nadiren başvurulmaktadır.
İki idare mahkemesinin yetki sınırında tereddüt edilmesi halinde, sorunun “olumlu yetki uyuşmazlığı” çıkarılması yoluyla giderilebileceği düşünülebilir. Zira bu halde iki ayrı idare mahkemesinin aynı davaya bakmakta yetkili olduğu düşünülmektedir. Ancak bu durumda İYUK m.44’te düzenlenen bir sebebe dayanılmayarak aynı maddede düzenlenen bir başka sebebe dayanılmış olacaktır ki; bunun pratikte bir faydası yoktur. Dolayısıyla bu yola başvurmanın, hem yargılamayı uzatacağı hem de mahkemeleri boş yere işgal edeceği için doğru olmayacağı savunulmaktadır[13].
Uygulamada henüz dava açılmadan önce, yetki sınırındaki tereddüdün giderilerek davanın gerçekte yetkili olan mahkemede açılmasında fayda olduğu düşünülebilir. Ancak uygulamada dava açılmadan önce salt merci tayini istemi ile idari yargıya başvurma imkanı bulunmamaktadır[14]. Zira bu sebeple merci tayini yoluna gidilebilmesi için iki ayrı davanın açılmış olması gerekir. Dava açıldıktan sonra ise mahkeme, görmekte olduğu davanın kendi yargı çevresine dahil olup olmadığı konusunda tereddüde düşmesi halinde vereceği bir ara kararla merci tayini talebinde bulunabilir. Bu talep davanın niteliğine göre Bölge İdare Mahkemesine veya Danıştay’a yöneltilecektir.
1)Olumsuz Yetki Uyuşmazlığı (m.43) Olumsuz yetki uyuşmazlığında iki idare veya iki vergi mahkemesi aynı davada karşılıklı olarak kendilerini yetkisiz; birbirlerini ise yetkili görmektedirler. Olumsuz yetki uyuşmazlığının çıkabilmesi için yetkisizlik kararlarının tarafları, konusu ve sebebi aynı olan bir davada verilmiş olması gerekir.
Olumsuz yetki uyuşmazlığı, merci tayini gerektiren bir sebep olarak İYUK m.44’te sayılmamıştır. Daha sonra da açıklanacağı üzere, yetki uyuşmazlıklarından yalnızca olumlu yetki uyuşmazlığı halinde merci tayinine başvurulmaktadır. Olumsuz yetki uyuşmazlığının ne surette giderileceği ise İYUK m.43’te düzenlenmiştir.
İYUK m.43’e göre yetkisizlik sebebiyle dosya kendisine gönderilen mahkeme de yetkisizlik kararı verirse, ortaya çıkan olumsuz yetki uyuşmazlığının çözümü için dosya yerine göre ya Bölge İdare Mahkemesine ya da Danıştay’a gönderilir:
Yetkisizlik kararı veren idare veya vergi mahkemeleri, aynı Bölge İdare Mahkemesinin yargı çevresinde iseler, yetki uyuşmazlığı o bölge İdare Mahkemesince çözülür.Yetkisizlik kararı veren idare veya vergi mahkemeleri, farklı Bölge İdare Mahkemesinin yargı çevresinde iseler, yetki uyuşmazlığı Danıştay’da çözülür.
Bölge İdare Mahkemesince ve Danıştay’ca yetki uyuşmazlığı ile ilgili verilen kararlar kesindir. Kararda yetkili olduğu belirtilen mahkeme bu kararla bağlı olup; yetkisizlik kararı veremez. Danıştay 8. Dairesi de konuya ilişkin bir kararında “Danıştay’ca görevli ve yetkili olarak belirlenen idare mahkemesinin başka bir mahkemenin görevli veya yetkili olduğuna karar veremeyeceğini” kabul etmiştir[15].
İYUK m.43/4’te de, madde hükmü gereği verilen kararlar ile görevli ve yetkili kılınan mahkemeye yeniden dava açılması halinde harç alınmayacağı belirtilmektedir. Bu hükme göre sanki Danıştay’ca veya bölge idare mahkemesince görevli ve yetkili mahkeme belirlendikten sonra davacının bu mahkemelerde yeniden dava açması gerektiği gibi bir anlam çıkmaktadır. Ancak uygulama bu yönde gelişmemiştir. Uygulamada merci tayini kararından sonra dosya kararda görevli ve yetkili kılınan mahkemeye gönderilmekte; dosya kendisine gönderilen mahkemede herhangi bir taraf işlemine gerek duymadan davayı görmektedir[16].
2)Olumlu Yetki Uyuşmazlığı (m.44)“Olumlu Yetki Uyuşmazlığı”, İYUK m. 44’e göre merci tayinine başvurulacak durumlardan biri olarak düzenlenmiştir. Olumlu yetki uyuşmazlığı, iki idare veya vergi mahkemesinin aynı davaya ilişkin olarak kendilerini davaya bakmakta yetkili; birbirlerini ise yetkisiz görmeleri halinde söz konusu olur. Aynı davadan maksat ise; konusu, sebebi ve tarafları aynı olan davadır.
Olumlu yetki uyuşmazlığının ortaya çıkabilmesi için mahkemelerin verdiği yetkililik kararlarının kesinleşmesine gerek yoktur. Niteliği itibariyle, bu kararlar ara kararlardır ve mahkeme bu kararlarıyla davadan el çekmezler. Bu halde mahkemeler yetkili olduklarına karar verdiklerinde davayı görmeye devam ederler. Mahkemelerin yetki itirazlarını reddeden ve kendilerini yetkili sayan kararları ara karar niteliğinde olduğundan ancak esas kararla birlikte temyiz edilebilirler. Mahkemelerin kendilerini yetkili saymaları sebebiyle, merci tayinine başvurarak olumlu yetki uyuşmazlığının giderilmesini istemeleri ihtimali, bu sebeple hemen hemen yok gibidir. Dolayısıyla bu gibi durumlarda, davanın taraflarının yerine göre ya Danıştay’a ya da bölge idare mahkemesine başvurarak merci tayini talep etmeleri mümkündür. Taraflara bu hak, İYUK m.44/1’de açıkça tanınmıştır. Madde hükmüne göre hem mahkeme hem de taraflar merci tayinini talep edebileceklerinden, mahkemenin bu yönde talepte bulunmaktan imtina ettiği durumlarda taraflar İYUK m.44’ün hayata geçmesini sağlayabilirler.
Olumlu yetki uyuşmazlığı, ayrı bölge idare mahkemesinin yargı çevresine giren iki mahkeme arasında olabileceği gibi aynı bölge idare mahkemesinin yargı çevresine giren ancak farklı illerde kurulu bulunan mahkemeler arasında çıkabilir[17]. Olumlu yetki uyuşmazlığının, ancak iki idare mahkemesi veya iki vergi mahkemesi arasında çıkması mümkündür. Bir idare mahkemesi ile bir vergi mahkemesi arasında çıkacak uyuşmazlık niteliği itibariyle yetki uyuşmazlığı olmayıp; görev uyuşmazlığıdır. Dolayısıyla bu durum İYUK m.44 kapsamında değerlendirilmez. Zira anılan madde hükmünde iki mahkemenin kendisini “yetkili” görmesinden bahsedilmektedir.
Doktrindeki bir görüşe göre, iki mahkeme arasında merci tayini gerektirecek olumlu bir yetki uyuşmazlığının hukukumuzda gerçekleşmesinin mümkün olmadığı savunulmaktadır[18]. Ancak kanımızca, çok da ender olsa idari yargıda merci tayinini gerektirecek olumlu yetki uyuşmazlıkların çıkması mümkündür[19]. Bu anlamda, 2577 sayılı Kanun m.33’te düzenlenen yetki kuralı, uygulamada olumlu yetki uyuşmazlığına örnek oluşturacak niteliktedir. Söz konusu madde hükmüne göre, kamu görevlilerin atanmaları ile ilgili davaları hem eski hem de yeni görev yerlerinde açılabilir. Bu yetki kuralına dayanarak kamu görevlisinin her iki yerde de dava açması durumda, her iki mahkemenin de davaya bakmakla yetkili olacağı şüphesizdir. Bu sebeple her iki mahkemenin de yetkili olduğuna karar vermesi halinde, merci tayini yoluna başvurmak kaçınılmaz olacaktır.
3.ÖLÜM
YETKİ, USUL, KARŞILAŞTIRMA
Yargı Yeri Belirtilmesinde YetkiİYUK m.44/1-a-b’de merci tayininde hangi idari yargı yerinin yetkili olduğu açık bir şekilde düzenlenmiştir. Buna göre;
Eğer uyuşmazlık aynı Bölge İdare Mahkemesi’nin yargı çevresine dahil olan iki idare mahkemesi veya iki vergi mahkemesi arasında çıkmışsa, o Bölge İdare Mahkemesince yetkili mahkeme belirlenir.Uyuşmazlığın farklı Bölge İdare Mahkemelerinin yargı çevresine giren iki idare veya iki vergi mahkemesi arasında çıkması halinde ise, Danıştay tarafından yetkili mahkeme belirlenir. Örneğin, Ankara ve İzmir İdare Mahkemeleri arasında olumlu yetki uyuşmazlığı çıkması halinde merci tayinine başvurulması halinde yetkili mahkeme Danıştay tarafından belirlenecektir.
Merci tayininde Danıştay’ın hangi dairelerinin görevli olduğu Danıştay Kanunu m.27/a ve m.34/son’da düzenlenmiştir. Anılan hükümlere göre, vergi mahkemeleri arasında çıkan yetki uyuşmazlıklarında Danıştay’ın 3. Dairesi; idare mahkemeleri arasında çıkan yetki uyuşmazlıklarında ise Danıştay’ın 10. Dairesi merci tayin etmede yetkilidir.
Yargı Yeri Belirtilmesinde İzlenecek UsulİYUK m.44/1’e göre davanın taraflarından biri, maddede sayılan sebeplerden birini ileri sürerek merci tayinini davaya bakan mahkemeden talep edebilir. Mahkeme de tarafların talebi bulunmasa dahi, kendiliğinden yetkili idari yargı merciine başvurarak ( Danıştay veya Bölge İdare Mahkemesine ) merci tayini talep edebilir.
Merci tayini talebinde bulunabilmesi için herhangi bir süre sınırlaması yoktur. Davanın tarafları veya mahkeme yargılamanın her aşamasında merci tayinine ilişkin talepte bulunabilirler. Bununla birlikte merci tayini için mutlaka derdest bir davanın bulunması gerekir; zira daha önce de belirttiğimiz gibi dava açılmadan önce merci tayinine başvurmanın imkanı yoktur.
Danıştay ve Bölge İdare Mahkemeleri, merci tayini taleplerini dosya üzerinden inceleyerek karar verirler. Gerek Danıştay gerekse de Bölge İdare Mahkemeleri merci tayini taleplerini öncelikle ve ivedilikle inceleyip sonuçlandırmakla yükümlüdürler[20].
Danıştay veya Bölge İdare Mahkemesince verilen merci tayinine ilişkin kararlar ilgili taraf ve mahkemeye bildirilerek; dosya ilgili mahkemesine iade edilir.
Merci tayini kararı üzerine dava kaldığı yerden devam eder. Karardan önce yapılan usul işlemlerinin tekrarlanmasına gerek yoktur.
Merci Kararlarının NiteliğiİYUK m.44/3’e göre, merci tayinine ilişkin Danıştay ve Bölge İdare Mahkemesi kararları kesindir. Bu kararlara karşı tarafların başvurabileceği bir kanun yolu bulunmamaktadır.
Mahkemeler de Danıştay veya Bölge İdare Mahkemesinin verdiği merci kararları ile bağlı olup bu kararlara uymakla yükümlüdürler. Yani bu kararlara karşı direnme kararı veremezler. Yine mahkemelerin, merci tayini kararından sonra başka bir mahkemenin görevli ve yetkili olduğuna karar vermesi mümkün değildir. Danıştay 8. Dairesi de 17.11.1992 tarih ve 1992/1779E. 1992/2888K. sayılı kararında “…görev ve yetki uyuşmazlıkları ile ilgili olarak Danıştay’ca verilen kararlar kesin olup, Danıştay’ca gönderilen bir davada alt derece mahkemesi olan İdare Mahkemelerinin yeniden yetki ve görev belirleme yetkisi yoktur.
Bu durumda Danıştay’ca karara bağlanmış bir konuda İdare Mahkemesince yeniden karar verilmesinde yasaya uygunluk görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle İdare Mahkemesi kararının bozulmasına ve dosyanın mahkemeye gönderilmesine…karar verildi.” şeklinde hüküm kurmuştur.
Fiili ve hukuki engel sebebiyle merci tayini kararı verildiği hallerde, merci kararının kesinliğinin bir sonucu olarak, bu sebepler ortadan kalkması davanın eski mahkemeye gönderilmesi sonucunu doğurmaz[21]. Merci tayini kararından sonra, yetkili kılınan mahkeme de hakim değişikliği meydana gelse de bu durum davanın eski mahkemeye iadesini gerektirmez. Merci tayini yoluyla yetkili kılınan mahkeme de, davanın eski mahkemesine iade edileceğine karar veremez[22].
Bununla birlikte, kanaatimizce, iki mahkemenin yargı çevresinin sınırlarında tereddüt edilmesi ve olumlu yetki uyuşmazlığı sebebiyle verilen merci tayinine ilişkin kararların mutlak surette kesin olmadığı kabul edilmelidir. Zira bahsedilen kesinlik, merci tayinine ilişkin kararda yetkili kabul edilen mahkemece ileride davanın esası hakkında verilecek kararın temyiz incelemesinde, temyiz merciin kararı mahkemenin yetkisi yönünden hukuka uygunluk denetimine tabi tutmasını engellemez[23]. Zira, İYUK m.49/1-a’da, görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olmasını mutlak bozma nedeni olarak düzenlenmiştir.Danıştay 3. Dairesi de bir kararında “ …aynı Kanunun 49’uncu maddesinin 1/a bendinde, görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması, ilk sırada incelenecek temyiz sebebi olarak gösterilmiştir. Bölge İdare Mahkemesinin görevli ve yetkili idari mahkemeyi belirleme kararındaki kesinliği, temyiz safhasındaki incelemeye kadar sirayet ettirmek, temyiz merciine; yasayla verilmiş görevin yerine getirilmemesi sonucunu doğuracaktır…” şeklinde hüküm kurmuştur[24]. Ancak bu açıkladığımız durum niteliği itibariyle yalnızca iki mahkemenin yargı çevresinde tereddüt edilmesi ve olumlu yetki uyuşmazlığı sebepleriyle merci tayinine başvurulduğu hallerde mümkündür.
Müessesenin Adli Yargılama Sistemi İle KarşılaştırılmasıMerci tayini, adli yargılama sisteminde de düzenleme bulmuştur.( HUMK m.25-26 ) Merci tayinini düzenleyen HUMK m.25 hükmüne göre; yetkili mahkemenin bir davaya bakmasına fiilî veya hukukî bir engel çıktığı veya iki mahkemenin yargısal sınırları kapsamının belirlenmesinde tereddüt edildiği veya iki mahkemenin aynı dava hakkında göreve veya yetkiye ilişkin olarak verdikleri kararlar kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleştiği takdirde, görevli veya yetkili mahkeme ilgisine göre bölge adliye mahkemesince veya Yargıtay’ca belirlenecektir. Buna göre adli yargıda şu hallerde merci tayinine başvurulacaktır:
Görevli ve yetkili mahkemenin davaya bakmasına fiili veya hukuki engel çıkması,İki mahkemenin yargı sınırlarının kapsamında tereddüt olması,İki mahkeme arasında görev veya yetki uyuşmazlığı bulunması.Merci tayini talebi üzerine yapılacak inceleme dosya üzerinden yürütülür. ( HUMK m.26 )
Görüldüğü gibi, merci tayinine ilişkin olarak HUMK ve İYUK düzenlemeleri büyük ölçüde aynı doğrultu da olsalar da; farklılıkları da bulunmaktadır. Bunlardan ilki, HUMK m.25 hem yetki hem de görev uyuşmazlığından bahsetmekteyken, İYUK m.44 yalnızca yetki uyuşmazlığından bahsetmektedir. Yine HUMK m.25’te olumlu ve olumsuz yetki uyuşmazlığını birlikte düzenlenmişken; İYUK m.44’te yalnızca olumlu yetki uyuşmazlığını merci tayini sebebi olarak düzenlenmiştir.
İki düzenleme arasındaki bir diğer fark da, mahkemelerin görevsizlik ve yetkisizlik kararların kesinleşip kesinleşmemiş olmasında kendini göstermektedir. HUMK m. 25’e göre görev ve yetki uyuşmazlığı sebebiyle merci tayinine başvurabilmek için öncelikle mahkemelerin bu yönde verdikleri kararların kesinleşmesi şartı aranmaktadır. Bu husus madde hükmünde “iki mahkemenin aynı dava hakkında göreve veya yetkiye ilişkin olarak verdikleri kararlar kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleştiği takdirde…” denilmek suretiyle ifade edilmektedir. İYUK m. 44 düzenlemesine göre ise, olumlu yetki uyuşmazlığında, mahkemelerin yetkili olduklarına ilişkin kararlarının kesinleşmesi şartı aranmamaktadır.
SONUÇ Gerek İYUK m.15, gerekse de İYUK m.43 hükümleri idare ve vergi mahkemeleri ortaya çıkan görev ve yetki uyuşmazlıklarını çözerek yargılamada meydana gelen tıkanıkları gidermeyi amaçlamışlardır. Yukarıda da açıklamaya çalıştığımız üzere, uygulamada sıklıkla karşılaşılmasa da, “merci tayini”, bu hükümlerde düzenlenen sebepler dışındaki, fiili ve hukuki sebepler ile yetki uyuşmazlıkların ortaya çıktığı hallerde, idari yargılamada ortaya çıkacak gereksiz tıkanıkları giderme açısından büyük önem taşımaktadır. Böylelikle idari davalar sürüncemede kalarak yargılama süresi uzamamakta ve usul hükümleri, bireylerin idari davalar yoluyla talep ettikleri haklarına kavuşmalarında engel teşkil etmemektedir.
-KAYNAKÇA-- AYGÜN, Mustafa Y: Yargıtay Yirminci Hukuk Dairesi Kararları ve Genel Kurallar Açısından Yargı Yeri Belirlenmesi –Merci Tayini-, Yetkin Yayınevi, Ankara 1998
- CANDAN, Turgut: Açıklamalı İdari Yargılama Usulü Kanunu, Genişletilmiş ve Güncelleştirilmiş 3 Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara 2009
- ERGEN, Cafer: İdari Yargılama Usulü Kanunu Şerhi, 1. Bası, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2008
- GÖZÜBÜYÜK, Şeref A.: Yönetsel Yargı, Güncelleştirilmiş 26. Bası, Turhan Kitapevi, Ankara 2007
- GÖZÜBÜYÜK, Şeref A./ TAN, Turgut: İdare Hukuku Cilt 2 İdari Yargılama Hukuku, Güncelleştirilmiş 2. Bası, Turhan Kitapevi, Ankara 2006
- KALABALIK, Halil: İdari Yargılama Usulü Hukuku, 2. Baskı, Değişim Yayınları, İstanbul 2006
- KARAVELİOĞLU, Celal: Açıklama ve Son İçtihatlarla İdari Yargılama Usulü Kanunu Cilt 2, 6. Baskı, Ankara 2006
- KURU, BAKİ: Medeni Usul Hukuku, 17. Bası, Yetkin Yayınevi, Ankara 2006
- TOPUZ, İbrahim/ ÖZKAYA, Kadir: Açıklamalı-İçtihatlı İdari Yargılama Usulü Kanunu, Mahalli İdareler Derneği Yayını, Ankara 2002
[1] CANDAN, Turgut: Açıklamalı İdari Yargılama Usulü Kanunu, Genişletilmiş ve Güncelleştirilmiş 3 Baskı, Adalet Yayınevi, sy.893,Ankara 2009
[2] AYGÜN, Mustafa Y: Yargıtay Yirminci Hukuk Dairesi Kararları ve Genel Kurallar Açısından Yargı Yeri Belirlenmesi –Merci Tayini-, Yetkin Yayınevi, sy. 9, Ankara 1998
[3] Bkz. KARAVELİOĞLU, Celal: Açıklama ve Son İçtihatlarla İdari Yargılama Usulü Kanunu Cilt 2, 6. Baskı, sy.1651 vd., Ankara 2006; GÖZÜBÜYÜK, Şeref A./ TAN, Turgut: İdare Hukuku Cilt 2 İdari Yargılama Hukuku, Güncelleştirilmiş 2. Bası, Turhan Kitapevi, sy.885, Ankara 2006
[4] GÖZÜBÜYÜK/TAN, a.g.e. sy. 884
[5] GÖZÜBÜYÜK/TAN, a.g.e. sy. 884
[6] AYGÜN, a.g.e. sy.15
[7] CANDAN, a.g.e., sy.721
[8] GÖZÜBÜYÜK/TAN, a.g.e., sy. 842
[9] GÖZÜBÜYÜK/TAN, a.g.e. sy. 843
[10] CANDAN, a.g.e. sy.728
[11] Ayrıntılı görüş için bkz. KARAVELİOĞLU, a.g.e. sy.1652
[12] TOPUZ, İbrahim/ ÖZKAYA, Kadir: Açıklamalı-İçtihatlı İdari Yargılama Usulü Kanunu, Mahalli İdareler Derneği Yayını, sy. 851, Ankara 2002
[13]KALABALIK, Halil: İdari Yargılama Usulü Hukuku, 2. Baskı, Değişim Yayınları, sy.204, İstanbul 2006; GÖZÜBÜYÜK, Şeref A.: Yönetsel Yargı, Güncelleştirilmiş 26. Bası, Turhan Kitapevi, sy358 Ankara 2006
[14] KARAVELİOĞLU, a.g.e. sy. 1653
[15] Danıştay 8. Dairesinin 17.11.1992 tarihli ve 1992/1779 E.; 1992/2888 K. sayılı kararı
[16] KARAVELİOĞLU, a.g.e. sy.1648
[17] CANDAN, a.g.e. s.894
[18] Aynı hüküm HUMK m.25’te de yer aldığından, Prof Dr. Baki Kuru merci tayinini gerektirecek olumlu görev ve yetki uyuşmazlığının çıkamayacağını savunmaktadır. Ayrıntılı görüş için bakınız: KURU, BAKİ: Medeni Usul Hukuku, 17. Bası, Yetkin Yayınevi, sy.201 vd. Ankara 2006; ayrıca bkz. GÖZÜBÜYÜK, a.g.e. sy.359 ; KALABALIK, a.g.e. sy..205
[19] Aynı yöndeki görüş için bkz: KARAVELİOĞLU, a.g.e. s. 1653-1654
[20] KARAVELİOĞLU, a.g.e. s.1654
[21] TOPUZ/ÖZKAYA, a.g.e s.851, Ergen ERGEN, Cafer: İdari Yargılama Usulü Kanunu Şerhi, 1. Bası, Seçkin Yayıncılık, sy.378, Ankara 2008
[22] AYGÜN, a.g.e. sy.15
[23] CANDAN, a.g.e. s.895
[24] Danıştay 3. Dairesinin 29.09.2004 gün ve 2004/1489 E. 2004/2348 sayılı kararı karavelioğlu 1647