Ceza hukukunda, hukuka aykırı fiili işleyen kimse suçun failidir ve ortada bir suç varsa, mutlaka fail de vardır. Bir işyerinde kusurlu davranışlar neticesinde iş kazası veya meslek hastalığı ortaya çıkmışsa, öncelikle failin tespit edilmesi gerekmektedir. Türk Ceza kanunun taksirle yaralamayı düzenleyen 89. maddesi, taksirle öldürmeyi düzenleyen 85. Maddesi ve taksiri açıklayan 22. maddesi birlikte değerlendirildiğinde; yükümlü olduğu dikkat ve özeni yerine getirmeyen kişi sorumlu olacaktır. İş hukuku mevzuatında işveren ve işveren vekilinden ne anlaşılması gerektiği ve sorumlulukları genelde açıkça belirtilmiştir. Örneğin 4857 sayılı Kanunda işveren; “ işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişi yahut tüzelkişiliği olmayan kurum ve kuruluşlar” olarak tanımlanmaktadır.
Sorumluluğun saptanması açısından soyut-somut işveren ayrımına dikkat etmek gerekmektedir. İş akdinin tarafı olan tüzel kişi, iş görme ediminin alacaklısı olarak işin görülmesini isteme hakkının sahibidir. Buna karşılık yönetim hakkı, emir ve talimat verme yetkilisi ise zorunlu olarak tüzel kişinin organı tarafından kullanılır. Böylece tüzel kişi işverenlerde, tüzel kişi soyut; tüzel kişinin organı ise somut işveren sıfatına sahiptir. Soyut işveren niteliği taşıyan tüzel kişiliğe ait işler organ üyesi gerçek kişiler tarafından yürütüldüğünden, organı oluşturan gerçek kişiler de somut işveren sayılır. Örneğin, bir anonim şirkette soyut işveren anonim şirketin yanında, en üst düzeyde talimat verme yetkisine sahip yönetim kurulunu oluşturan gerçek kişiler de somut işverendir. Diğer yandan tüzel kişilerde sadece en üst düzeyde emir ve talimat verme yetkisine sahip organ veya kişiler işveren niteliğini taşırlar. Buna karşılık, işverenden aldıkları temsil yetkisine dayanarak işveren adına değişik düzeylerde işin yönetiminde görev alan ve talimat verme yetkisine sahip bulunan kişiler, örneğin ticaret şirketlerinde genel müdürler ve müdürler, işveren niteliğini taşımazlar; işveren vekili sayılırlar. İş akdinin tarafı olması nedeniyle hukuki sorumluluklar iş görme ediminin alacaklısı soyut işverene aittir. Örneğin bir tüzel kişi olarak anonim şirket, iş kanunlarının uygulanmamasından veya iş akdinden doğan borçların yerine getirilmemesinden işçilere karşı doğan bütün hukuki sorumluluğun muhatabıdır. Buna karşılık, ceza hukukunun temel kurallarından birisi de, cezaların kişiselliği olduğundan ceza sorumluluğu suçu oluşturan fiili kusurlu iradesiyle gerçekleştiren kişiye yüklenir. Gerçek kişi soyut işverenlerin cezai sorumluluğundan söz edilemez. Bu durumda cezai sorumluluk, yönetim ve talimat verme yetkisine sahip olan ve suçu oluşturan fiili gerçekleştiren somut işverene aittir. Yani, iş hukuku kurallarından doğan yükümlülükleri yerine getirme görevi kendisine bırakılmış olan, kusurlu davranışıyla tüzel kişinin suç işlemesine neden olan yönetim kurulu üyesi veya üyeleri ve/veya işveren vekilleri cezalandırılacaktır. Böylece iş sağlığı ve güvenliği kurallarını uygulamakla yükümlü olan yönetim kurulu üyesi veya üyeleri ve/veya işveren vekilleri iş kazası ve meslek hastalığından dolayı sorumlu tutulacaktır.
Gerçek kişi işverenler, hem iş akdinin tarafı ve iş görme ediminin alacaklısı hem de en üst düzeyde emir ve talimat verme yetkisinin sahibi olarak hukuki, idari ve cezai sorumlulukların muhatabıdırlar. İşyerinin birden fazla gerçek kişi işvereni varsa, bunlar hukuki yaptırımlar açısından kural olarak birlikte sorumludur. Buna karşılık; cezai sorumluluk açısından, iş mevzuatına ilişkin yükümlülükleri yerine getirmekle görevli ve yetkili kılınmış ortağın veya ortakların saptanıp, sorumluluğun ona yüklenmesi gerekmektedir. Yargıtay, böyle bir araştırma yapılmaksızın tüm ortakların cezai bakımdan sorumlu tutulmasını uygun bulmamıştır. Yargıtay’a göre; “aralarındaki ortaklığın mahiyeti araştırılarak, işyerine ait bu gibi işleri tedvirle görevlendirilen veya yetkili kılınan ortağın kim olduğunun araştırılması, ondan sonra cezai sorumluluğun kime terettüp edeceğinin saptanması gerekirken, bu husus araştırılmadan her üç sanığın hükümlülüğüne karar verilemez.”.
Bunların yanı sıra; işyerlerinin bir kişi tarafından yönetilmesi ve gözetilmesinin olanaksız olacak şekilde büyümesi, ayrıca iş hukuku mevzuatının hükümleri ile işverene yüklenen yükümlülüklerin sayıca çok artması nedeniyle, işverene bazı konularda veya işyerinin bazı birimlerinde yetki ve dolayısıyla sorumluluklarını devretme hakkının tanınması zorunlu hale gelmiştir. İşveren vekilinin, işveren adına hareket ederken yaptığı işlemler dolayısıyla işçilere karşı hukuki sorumluluğu yoktur. Buna karşılık, işveren vekili iş mevzuatından doğan yükümlülükleri yerine getirmediği takdirde idari ve cezai yaptırımların muhatabı olacaktır. İş kanununun 5.maddesinin 5.fıkrasında “ Bu kanunda işveren için öngörülen her çeşit sorumluluk ve zorunluluklar işveren vekilleri hakkında da uygulanır denilmektedir.
Ancak belirtmeliyiz ki, bir işveren vekilinin görevlendirildiği hallerde işverenin sorumluluğu ortadan kalkmaz. Çünkü öncelikle işverenin, işi ve sorumluluğu; teknik, hukuki ve idari alanda gerekli ehliyet ve bilgiye sahip bir işveren vekiline devretmiş olması gerekmektedir. Yine de, işverenin olayın meydana gelmesinde herhangi bir kusuru varsa veya kendisine düşen görevi yerine getirmemişse işveren vekili değil, yine işveren sorumlu tutulur. Örneğin, işveren vekilinin tüm uyarılarına rağmen eskimiş buhar kazanının değiştirilmemesi veya iş güvenliği önleminin alınmaması durumunda işveren vekili mühendis değil, işveren sorumludur. O halde, ceza yaptırımlarının muhatabı veya muhatapları her olayın özelliği içinde ayrı ayrı belirlenmelidir. Yani, örneğin iş kazası ve meslek hastalığında taksirden doğan sorumluluğun belirlenmesinde, kimin dikkat ve özen gösterme yükümlülüğü bulunduğu tespit edilerek, işverenin mi yoksa işveren vekilinin mi sorumlu olduğu belirlenmelidir.
1.Taksir kavramı ve UnsurlarıTaksirin esasını failin uyulması zorunlu davranış kurallarına uymak suretiyle önleyebileceği bir fiili, bu kuralları ihlal etmek suretiyle istemeyerek gerçekleştirmiş olmasından dolayı kınanmasında aramak gerekir. Gerçekten taksirin temelinde daima istenmeyen zararlı sonuçları önlemeye yönelik uyulması zorunlu bir davranış kuralına uyulmaması ve kişilerden bu kurala uymasının istenebilmesi bulunur.
İşverenin iş sağlığı ve güvenliği kurallarına uymaması sonucunda işçinin iş kazası ve meslek hastalığına uğramasının ceza hukukundaki yansıması taksirden doğan sorumluluktur. İş kazası ve meslek hastalığı nedeniyle işçi veya işçiler ölmüşlerse, işveren TCK m.85’e göre; işçi veya işçilerin “vücudunda acı meydana gelmiş veya sağlığı ya da algılama yeteneği bozulmuşsa” işveren TCK m.89.’a göre sorumlu olacaktır.
TCK’nın taksiri tanımlayan 22/2 maddesi uyarınca taksirin unsurları,; tipik fiilin istenmemesi, hukuken korunan varlıklara zarar verilmesini önleyen davranış kurallarına uyulmaması ve bu uymamanın faile isnat edilebilirliği olarak sayılabilir.
TAKSİRLE SORUMLULUK HALLERİ Bir suç kural olarak kasten işlenebilir. Ceza hukuku sistemimizde taksirli sorumluluk hali ise istisnadır. Buna göre, taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hâllerde cezalandırılır. (TCK m.22/1). Taksirin esasını failin uyulması zorunlu davranış kurallarına uymak suretiyle önleyebileceği bir fiili, bu kuralları ihlal etmek suretiyle istemeyerek gerçekleştirmiş olmasından dolayı kınanmasında aramak gerekir. Gerçekten taksirin temelinde daima istenmeyen zararlı sonuçları önlemeye yönelik uyulması zorunlu davranış kuralına uyulması ve kişilerden bu kurala uymasının istenebilmesi bulunur.
İş kazası veya meslek hastalığı sonucunda işçi ölmüş veya işverenin bu ölüm sonucunun gerçekleşmesinde taksiri varsa; işveren TCK m.85/1’e göre sorumlu olacaktır. Eğer ölen işçilerin sayısı birden fazla ise bu takdirde işverenin sorumluluğu söz konusu maddenin 2. fıkrasına göre belirlenecektir. Buna karşılık iş kazası ve meslek hastalığı işçinin ölümüne değil yaralanmasına sebep olmuşsa işverenin sorumluluğu TCK’nın 89. maddesinde yer alan taksirle yaralama suçuna göre belirlenir.
1- Taksirin Unsurlarıİşverenin iş saplığı ve güvenliği kurallarına uymaması sonucunda işçinin iş kazası ve meslek hastalığına uğramasının ceza hukukundaki yansıması taksirden doğan sorumluluktur.
TCK’nın taksiri tanımlayan 22/2 maddesi dikkate alındığında taksirin unsurlarını, tipik fiilin istenmemesi, hukuken korunan varlıklara zarar verilmesini önleyen davranış kurallarına uyulmaması ve bu uymamanın faile isnat edilebilirliği olduğunu söylemek mümkündür.
1.Fiilin İstenmemiş OlmasıBöylece görülmektedir ki taksirli suçlarla kasıtlı suçlar arasındaki fark suçun manevi unsurundadır. Kast suçlarda hareket ve neticeye yönelik olduğu ve bu nedenle fiilin kasten işlendiğinden söz edildiği halde, taksirli suçlarda hareket iradi olsa dahi belirli bir neticeye yönelik değildir. Aksini söyleyenler olmakla birlikte, taksirli suçlar icrai hareketle gerçekleştirilebileceği gibi ihmali hareketle de gerçekleştirilebilir.
İşverenler bakımından hareketin özellikle ihmali şekilde gerçekleştirildiği söylenebilir. İşverenin buradaki sorumluluğu işçiyi gözetme ve koruma görevi kapsamında, dikkat ve özen yükümlülüğünü ihlal ederek iş güvenliği bakımından alması gereken önlemleri almamasında yani ihmali davranmasında yatmaktadır.
Bu bakımdan işverenin işçinin veya işçilerin ölmesini veya yaralanmalarını isteyerek veya en azından buna rıza göstererek kuralları ihlal etmesi durumunda kasten öldürme suçu gündeme gelecektir.
Ayrıca taksirin söz konusu olabilmesi için kanuni tarifte yer alan ve istenmeyen neticenin mutlaka gerçekleşmiş olması gerekir. Böylece netice meydana gelmemişse failin sorumluluğu söz konusu değildir; çünkü taksirli suçlara teşebbüs söz konusu değildir.
Aynı şekilde işverenin taksirli öldürme veya yaralamadan sorumlu tutulabilmesi için, iş güvenliği ve sağlığı konusunda konulmuş kurallara uymaması sonucunda bir ölüm veya yaralamanın meydana gelmesi gerekir. Eğer bu şekilde bir zarar ortaya çıkmamışsa, işverene, sadece bu kurallara uymamadan dolayı kanunda öngörülen yaptırım uygulanacaktır. Bir diğer deyişle işverenlerin iş güvenliği kurallarına aykırı davranışı her zaman iş kazası veya meslek hastalığı ile sonuçlanmaz.
Bu itibarla taksirli suçların tamamlanma anı neticenin gerçekleştiği andır.
1.Davranış Kurallarının İhlali765 sayılı TCK ise taksiri tanımlamamış, ancak bazı maddelerinde taksirin ne şekilde ortaya çıkacağı konusunda bazı kalıplara yer vermiş bulunmaktaydı. Genellikle bu Kanunun 455. ve 459. maddelerinde yer alan “tedbirsizlik”, “dikkatsizlik”, “meslek ve sanatta acemilik”, “nizamat, evamir ve talimata riayetsizlik” başlıca taksir kalıpları olarak kabul edilmekteydi.
5237 sayılı TCK, bu konuda 22. maddesinde “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık” kavramını getirmiştir. Buna göre, failin meydana gelen neticeden sorumlu tutulabilmesi için, bu neticeye dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranışla sebebiyet vermiş olması gerekir. TCK’daki bu tanım eleştirilmekte ve eksik olduğu söylenilmektedir. Buna göre, öncelikle failin dikkat ve özen yükümlülüğünün çerçevesi tanımda gösterilmeliydi.
Dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık, ferdi ve sosyal bir faaliyeti düzene sokmak amacıyla konulmuş her türlü hukuki veya mesleki kurala ya da yetkili merciler tarafından verilmiş emir ve talimatlara aykırılıktan kaynaklanabilir.
Bununla birlikte Amerika ve İngiltere gibi bazı yabancı ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de bu konuyla ilgili tüm hukuki kurumları içeren, ilgili kanunlarda dağınık olarak yer alan hükümleri bir araya getiren, devlete, işverenlere, işçilere, sendikalara ve diğer ilgili kuruluşlara düşen görev, sorumluluk ve hakları ayrıntılı ve sistematik biçimde tek bir metin içinde düzenleyen bir İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun yürürlüğe girmesi yerinde olacaktır.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 77. maddesi genel ve esnek düzenlenmiştir. Kanunun işverenin iş sağlığı ve güvenliğini sağlama borcunu düzenleyen 77. maddesinin 1. fıkrasına göre “işverenler işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmakla… yükümlüdür”. 77. maddenin ikinci fıkrasına göre ise “işverenler işyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği önlemlerine uyulup uyulmadığını denetlemek, işçileri karşı karşıya bulundukları mesleki riskler, alınması gerekli tedbirler, yasal hak ve sorumlulukları konusunda bilgilendirmek ve gerekli iş sağlığı ve güvenliği eğitimini vermek zorundadır”. Bu kural İş Kanunu’nun kapsamına giren bütün işyerlerinde, işverenlere, günün teknolojisinin gerektirdiği tüm iş güvenliği önlemlerini yerine getirme görevini yüklemektedir. Mevzuatımızda bu genel kuralın yanında, birçok tüzük ve yönetmeliklerle iş güvenliği konusunda daha özel nitelikte, teknik ayrıntılı düzenleyen kurallar getirilmiştir. Bunlar arasında başta 9.13.2003 tarihli İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği” olmak üzere, 23.12.2003 tarihli Yapı İşlerinde Sağlık ve Güvenlik Yönetmeliği, 26.12.2003 tarihli Patlayıcı Ortamların Tehlikelerinden Çalışanların Korunması Hakkında Yönetmelik, 26.12.2003 tarihli Kimyasal Maddelerle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik, 21.02.2004 tarihli Yer altı ve Yerüstü Maden İşletmelerinde Sağlık ve Güvenlik Şartları Yönetmeliği, 16.6.2004 tarihli Ağır ve Tehlikeli İşler Yönetmeliği sayılabilir.
Oysaki Anayasa tarafından da güvence altına alınan insan hayatının ve sağlığının korunması söz konusu olduğunda hiçbir mali neden gerekli önlemlerin savsaklanmasının özrü olamaz. Üretimin ne pahasına olursa olsun sürdürülmesinin bedeli, kişilerin iş kazaları ve meslek hastalıkları sonucunda yaşam ve sağlıklarını yitirmesi olmamalıdır.
Davranış Kurallarına Uymamanın Faile İsnat Edilebilir OlmasıBu da ancak davranış kurallarına uyulması failden beklenebildiğinde ve beklenebildiği ölçüde mümkündür.
Genel taksir adı verilen durum, yani dikkatsizlik ve özensizlikten ileri gelen taksir yönünden sonucun öngörülebilirliği ve önlenebilirliği ölçütü kullanılmalıdır. Sonuç öngörülemez ve önlenemez ise faile karşı herhangi bir kınamada bulunulamaz. Öngörülebilirlik ve önlenebilirlik failin içinde bulunduğu somut şartlar göz önüne alınarak somut biçimde belirlenmelidir. Ancak bunlar faile veya en tecrübeli insana ya da ortalama insana göre değil, model ajan ölçütüne göre belirlenmelidir. Model ajan modern işbölümü, ihtisaslaşma, bilgi standardı farklılıkları, eğitim derecesi, yaş, fiziki eksiklik gibi ölçütlere göre belirlenecektir.
Özel taksir, yani yazılı davranış kurallarına uyulmamasından kaynaklanan taksirin de genel taksirden farkı yoktur. Özel taksir herhangi bir yazılı normun değil sadece zararlı sonuçları önlemeye yönelik normların ihlalinden kaynaklanır.
2- Taksirin BelirlenmesiGenel taksir yönünden her olayda belirli bir mesleğe mensup belli şartlarda bulunan aklı başında bir insan için sonucun öngörülebilirliği ve önlenebilirliğine başvurmak gerekir. Özel taksir yönünden ise öngörülebilirlik ve önlenebilirlik aranmamakta, yazılı önleyici kurala uymamanın belirlenmesi yeterli olmaktadır. Çünkü yazılı kurallar belirli tip faaliyetlere yönelmekte ve dolayısıyla mesleğin ve şartların aklı başında insanına göre hazırlanmaktadır.
Eğer netice sadece mağdurun kusurlu hareketinden doğmuşsa failin hareketiyle netice arasındaki nedensellik bağı kesilir ve fail sorumlu olmaz. Buna karşılık failin kusurlu hareketine mağdurun da kusurlu hareketi eklenmiş ve netice bu ikisinin birleşmesinden meydana gelmişse failin sorumluluğu ortadan kalkmış olmaz. Bu ihtimalde taksirler arasında takas söz konusu olamayacağından, fail kusuru oranında cezalandırılır. (TCK m.22/4)
Taksirle öldürme ve taksirle yaralama suçlarıyla ilgili olarak, 765 sayılı TCK’nın 455/son ve 459/son maddelerinde sadece bu suçlara ilişkin olarak hakime taksirin derecesini göz önünde tutmak suretiyle cezayı sekizde birine kadar indirme yetkisi tanınmıştı. 5237 sayılı TCK’nın 22/4 maddesinde ise “taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek ceza failin kusuruna göre belirlenir.” denilerek kusurluluğun bu şekilde matematiksel olarak derecelendirilmesi sistemi terk edilmiştir. 765 sayılı Kanunun kusurun derecelendirilmesi konusundaki tutumu eleştirilmekteydi. Ancak 5237 sayılı TCK’nın bu konuda getirdiği sistemin de sakıncaları olduğu söylenmekte ve eleştirilmektedir. Kanunda failin kusurunun hafif olması durumunda ne yapılacağı konusunda bir açıklık yoktur. Taksiri genel olarak düzenleyen 22. madde ve taksirli öldürme ve taksirli yaralamaya ilişkin hükümler birlikte değerlendirildiğinde özellikle ortak kusurun varlığı durumunda cezanın ne şekilde saptanacağı konusu belirsizdir.Bu düzenleme karşısında mağdurun kusurunun varlığı durumunda hakim bunu sadece cezanın alt sınırdan belirlenmesi (TCK m.61) ve/veya takdiri indirim nedeni (TCK m.62) olarak göz önünde bulundurulabilecektir.
Bu bağlamda adli tıp uygulamalarında bileşik kusur söz konusu olduğunda cezai sorumluluk belirlenirken kusurun derecelendirilmesine artık gidilmemekle birlikte, Karayolları Trafik Kanunu’nun hükümleri göz önünde bulundurularak asli-tali kusur ayrımı yapılmaktadır. TCK’nın mantığına aykırı olmakla birlikte savcılık ve mahkemeler bu ayrımın yapılmasından yana bir tutum sergilemektedirler. Buna karşılık hukuki sorumluluk yani tazminat sorumluluğu söz konusu olduğunda hem failin hem mağdurun kusurlarının bulunması durumunda kusur oranı yüzlük sistem üzerinden %25-75 gibi oranlar gösterilmek suretiyle belirlenmektedir.
Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir hâlinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir. (TCK m.22/6)
Taksirin, “basit taksir” ve “bilinçli taksir” olmak üzere iki türü vardır:
1.a) Basit TaksirBasit taksir TCK m.22/2’de, “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanunî tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” olarak tanımlanmıştır.
Taksirle yaralama suçunun temel şekli, TCK m.89’da düzenlenmiştir. Burada düzenlenen basit taksirle sorumluluk halidir. Maddeye göre, “taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.”
Taksirle yaralama suçunun nitelikli halleri ise TCK m.89/2-3’de düzenlenmiştir. Belirtmek gerekir ki burada düzenlenen, yine basit taksirle sorumluluk halidir. Ancak suça konu fiil sonucu meydana gelen zararlı neticesinin ağırlığına ve derecesine göre fıkralarda daha fazla ceza öngörülmüştür.
TCK m.89/2’e göre, taksirle yaralama fiili, mağdurun;
1.a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına,
2.b) Vücudunda kemik kırılmasına,
3.c) Konuşmasında sürekli zorluğa,
4.d) Yüzünde sabit ize,
5.e) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,
6.f) Gebe bir kadının çocuğunun vaktinden önce doğmasına,
neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, yarısı oranında artırılır.
TCK m.89/2’e göre ise taksirle yaralama fiili, mağdurun;
1.a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine,
2.b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine,
3.c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına,
4.d) Yüzünün sürekli değişikliğine,
5.e) Gebe bir kadının çocuğunun düşmesine,
neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. Yukarıda sayılan hallerde, fiilin birden fazla kişinin yaralanmasına neden olması hâlinde, altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
1.b) Bilinçli TaksirBilinçli taksir, TCK m.22/3’te tanımlanmıştır. Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi hâlinde bilinçli taksir vardır. Bilinçli taksir hâlinde taksirli yaralamanın gerek temel şekli gerekse de nitelikli halleri dolayısıyla verilecek ceza üçte birden yarısına kadar artırılır. (TCK m.22/3)
c) Basit Taksir- Bilinçli Taksir AyrımıTaksir bilinçsiz ve bilinçli taksir şeklinde ayrılabilir. Bilinçsiz taksir halinde, fail hukuka aykırı neticeyi öngörmesi gerekirken öngörmemekte, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranarak onu hiç düşünmemekte, aklına getirmemektedir. Bilinçli taksir ise, failin sonucu öngördüğü, fakat istemediği hallerde söz konusudur. Bir başka deyişle, taksirin bu şeklinde fail neticenin gerçekleşmesini istememesine, ancak hareketinin tipe uygun hukuka aykırı bir sonuca neden olabileceğini öngörmesine rağmen, hareketine devam ederek zararlı neticeyi meydana getirmektedir. Buna ”öngörülü taksir” de denir. Burada failin neticeyi öngörmesine rağmen, öngördüğü neticenin gerçekleşmeyeceğine dair bir güveni söz konusudur. Bu güvenin kaynağı bilgi, kabiliyet, tecrübe vs. olabilir. Örneğin, arabasını çok hızla süren ve bir şeye çarpabileceğini öngören fakat ustalığına güvenerek böyle bir sonucu önleyebileceğini zanneden sürücünün yayaya çarpmasında olduğu gibi. Görüldüğü gibi bilinçli ve bilinçsiz taksir ayrımında öngörme kavramı öne çıkmaktadır.
TCK m.22/3’de bilinçli taksir halinde cezanın arttırılacağı hükme bağlanmıştır. Bilinçli taksirde failin daha ağır bir sorumluluğa tabi tutulmasının nedeni neticenin öngörülmüş olmasına rağmen hareketin gerçekleştirilmiş olmasıdır.
TCK’da yapılan bilinçli taksir ve olası kast tanımı birbirleriyle karıştırılabilir niteliktedir. TCK m.21/2’e göre olası kast “kişinin suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen gerçekleştirmesi” olarak tanımlanmıştır. Kanunun bu tanımı eksiktir. Zira olası kastta fail neticeyi öngörmüş, istememiş, ancak göze almıştır. Bu nedenle kanunun sadece öngörme kavramına yer vermesi yeterli değildir; göze alma kavramının da tanımda yer alması gereklidir.
1.CEZANIN BELİRLEMESİ VE BİREYSELLEŞTİRİLMESİTaksirli yaralama sonucu verilecek temel ceza somut olaya göre TCK m.89 çerçevesinde belirlendikten sonra TCK m.61 göz önünde bulundurulur. Buna göre hâkim somut olayda;
1.a) Suçun işleniş biçimini,
2.b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları,
3.c) Suçun işlendiği zaman ve yeri,
4.d) Suçun konusunun önem ve değerini,
5.e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını,
6.f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını,
7.g) Failin güttüğü amaç ve saiki, göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanunî tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler.
Suçun bilinçli taksirle işlenmesi nedeniyle indirim veya artırım, birinci fıkra hükmüne göre belirlenen ceza üzerinden yapılır. (TCK m.61/2)
Bir suçun temel şekline nazaran daha ağır veya daha az cezayı gerektiren birden fazla nitelikli hâllerin gerçekleşmesi durumunda; temel cezada önce artırma sonra indirme yapılır. (TCK m.61/4)
Yukarıdaki sayılan hususlara göre belirlenen ceza üzerinden sırasıyla teşebbüs, iştirak, zincirleme suç, haksız tahrik, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı ve cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsî sebeplere ilişkin hükümler ile takdiri indirim nedenleri uygulanarak sonuç ceza belirlenir.
Takdiri indirim sebepleri failin yararına cezayı hafifletecek nedenlerdir. Bu nedenlerin varlığı hâlinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine, müebbet hapis; müebbet hapis cezası yerine, yirmi beş yıl hapis cezası verilir. Diğer cezaların beşte birine kadarı indirilir. (TCK m.62/2)
Takdiri indirim nedeni olarak, failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar göz önünde bulundurulabilir. Takdiri indirim nedenleri kararda gösterilir. (TCK m.62/3)