İşbu çalışmada konuya ilişkin kısa bir bilginin ardından konuyla ilgili Yargıtay kararlarından örnekler verilecektir.Eser sahipliğine ilişkin yasal düzenleme FSEK m.8-12 arasında düzenlenmiştir.
Eser, insanın fikri çabası sonucu meydana getirdiği bir üründür. FSEK m.8/1 göre eser sahibi ise o eseri meydana getiren kişi olarak tanımlanmıştır. Eserin oluşturulması eser sahipliğinin kazanılması için yeterlidir. Yani, eserin yaratılması eser sahipliğini kendiliğinden (ipso uire) doğurur ve kazandırır.[1] Dolayısıyla fiil ehliyetine sahip olmayanlarla, eser meydana getirme amacıyla hareket etmeyenlerin eser meydana getirmesi eser sahibi olmalarına engel değildir. Yaratma gerçeği ilkesi denilen bu durum işçi-işveren arasındaki ilişki açısından değerlendirildiğinde; işçiler meydana getirdikleri eserlerin sahibi olup; işveren ise sadece söz konusu eseri kullanma hakkına sahiptir.[2]
Örneğin mimari eserler açısından; güzel sanat eserlerinin restorasyon sonucu onarılması restorasyonu gerçekleştiren mimar, ressam, heykeltıraş gibi sanatçıları elbirliği halinde veya ortak eser sahibi yapmaz. Çünkü sanat eseri halen onu ilk meydana getiren şahsın hususiyetini taşımaktadır. Aynı şekilde rekonstrüksiyon (kopyasının) yapılmasının da da eser üzerinde hak sahipliği doğmayacaktır. Ancak bu restorasyon veya rekonsrüksiyon çalışması öncesi yapılacak olan fotoğraf, video, ölçekli çizimler, maketler vs. hususiyet içeren teknik, bilimsel ve sanatsal çalışmalarda eser sahipliğine ilişkin haklar doğacaktır.[3]
Tüzel kişilerin eser sahibi olmaları ilke gereği mümkün değildir. Ancak yasa gereği mali hakları kullanma yetkisine sahip olduklarını unutmamak gerekir.[4] Nul/Suluk’a göre kanunda yapılan son değişiklik eser sahipliği sistemini bozmuştur. Buna göre; FSEK m.1/B, b’de “gerçek” kelimesinin silinmesi isabetli olmamıştır. Ayrıca FSEK m.27’de tüzel kişi kavramından söz edilmesinin yasa koyucunun dikkatsizliği olarak yorumlanmaktadır.[5]
Burada önemli olan nokta, ortak eseri oluşturan her bir eser bölümün birbirinden bağımsız şekilde değerlendirilebilir özellikte olmasıdır. Yani eser kısımlara ayrılabilmelidir. Eser sahipleri de meydana getirdikleri kısmın sahibi olurlar. Tabi ortak eseri oluşturan eserlerde ayrılabilirlik şartının kural olarak gerçekleşmesi kanundaki eser gruplarından ayrı ayrı gelmesiyle veyahut bir grup eserin bir araya gelmesiyle oluşabilir. Örneğin, bir kitapta yer alan fotoğraflar ile kitap metni birlikte orta eseri oluştururlar.[6]
Eser üzerindeki mali hakların kullanılması eser sahiplerinin oybirliği ile vereceği kararla mümkün olabilir. Manevi haklar açısından ise her hak sahibi diğerinin hakkına tecavüz etmeden tek başına hareket edebilir. Ancak tek bir eserden söz edildiği için bazı manevi haklar açısından (eserin yayınlanma zamanı gibi) diğer eser sahiplerinin de izni gerekir.[7] Eserlerin birleştirilmesinde hak sahiplerinin ortak kararları yeterlidir. Ancak anlaşma olmadan bir eser kullanılmışsa ortak eserden söz edilemez. Bu nedenle orta eser sahipleri arasında güven/sadakat ilişkisinin varlığı kabul edilir.[8]
FSEK m.10 da karşımıza çıkan iştirak halinde eser sahipliği için birden fazla kişinin meydana getirdiği eser, ayrılmaz bir bütün olarak karşımıza çıkmak zorundadır. Eserle ilgili kararları eser sahipleri birlikte alırlar. Ancak FSEK m.10/II’den de anlaşılacağı üzere birliği oluşturan her kişi hak ihlallerine karşı tek başına hareket edebilirler.Bir başka ifadeyle iştirak halinde eser sahipliği için 3 şartın varlığı gerekmektedir.
FSEK m.11’de belirtildiği üzere, sahibinin adı belirtilen eserlerde eser sahibinde adını kullanan aksi kanıtlanıncaya kadar eser sahibi sayılır.FSEK m.12’de de takma ad, rumuzun, ad soyad baş harflerinin yazılması vs. açısından da bir fark yoktur. Sadece kullanılan takma adın vs. kamu tarafından biliniyor olması gerekmektedir.[10]
Madde 8
I – Genel Olarak
Madde 8. – (21/02/2001 tarih ve 4630 sayılı Kanunla Değişik şekli)Bir eserin sahibi onu meydana getirendir.Bir işlenmenin ve derlemenin sahibi, asıl eser sahibinin hakları mahfuz kalmak şartıyla onu işleyendir.Sinema eserlerinde; yönetmen, özgün müzik bestecisi, senaryo yazarı ve diyalog yazarı, eserin birlikte sahibidirler. Canlandırma tekniğiyle yapılmış sinema eserlerinde, animatör de eserin birlikte sahipleri arasındadır.
Madde 9
II.Eser Sahiplerinin Birden Fazla Oluşu
Birden fazla kimselerin birlikte vücuda getirdikleri eserin kısımlara ayrılması mümkünse, bunlardan her biri vücuda getirdiği kısmın sahibi sayılır.Aksi kararlaştırılmış olmadıkça, eseri birlikte vücuda getirenlerden her biri bütün eserin değiştirilmesi veya yayımlanması için diğerlerinin iştirakini isteyebilir. Diğer taraf muhik bir sebep olmaksızın iştirak etmezse, mahkemece müsaade verilebilir. Aynı hüküm mali hakların kullanılmasında da uygulanır.
Madde 10
III. Eser Sahipleri Arasındaki Birlik
Birden fazla kimsenin iştirakiyle vücuda getirilen eser ayrılmaz bir bütün teşkil ediyorsa, eserin sahibi onu vücuda getirenlerin birliğidir.Birliğe adi şirket hakkındaki hükümler uygulanır. Eser sahiplerinden biri, birlikte yapılacak bir muameleye muhik bir sebep olmaksızın müsaade etmezse, bu müsaade mahkemece verilebilir. Eser sahiplerinden her biri, birlik menfaatlerine tecavüz edildiği taktirde tek başına hareket edebilir.Bir eserin vücuda getirilmesinde yapılan teknik hizmetler veya teferruata ait yardımlar, iştirake esas teşkil etmez.
(21/02/2001 tarih ve 4630 sayılı Kanunla Değişik şekli)
Birden fazla kimsenin iştiraki ile vücuda getirilen eser, ayrılmaz bir bütün teşkil ediyorsa bir sözleşmede veya hizmet şartlarında veya eser meydana getirildiğinde yürürlükte olan herhangi bir yasada aksi öngörülmediği takdirde birlikte eser üzerindeki haklar eser sahiplerini bir araya getiren gerçek veya tüzel kişi tarafından kullanılır. Sinema eseri ile ilgili haklar saklıdır.
Madde 11
Yayımlanmış eser nüshalarında veya bir güzel sanat eserinin aslında, o eserin sahibi olarak adını veya bunun yerine tanınmış müstear adını kullanan kimse, aksi sabit oluncaya kadar o eserin sahibi sayılır. (07/06/1995 tarih ve 4110 sayılı Kanunla Değişik şekli)Umumi yerlerde veya radyo-televizyon aracılığı ile verilen konferans ve temsillerde, mutad şeklinde eser sahibi olarak tanıtılan kimse o eserin sahibi sayılır, eğer ki, birinci fıkradaki karine yoluyla diğer bir kimse eser sahibi sayılsın.
Madde 12
Yayımlanmış olan bir eserin sahibi 11 nci maddeye göre belli olmadıkça, yayımlayan ve o da belli değilse çoğaltan, eser sahibine ait hak ve salahiyetleri kendi namına kullanabilir.Bu salahiyetler, 11 nci maddenin 2 nci fıkrasındaki karine ile eser sahibinin belli olmadığı hallerde konferansı verene veya temsili icra ettirene aittir.Bu maddeye göre salahiyetli kimselerle asıl hak sahipleri arasındaki münasebetlere, aksi kararlaştırılmamışsa, adi vekalet hükümleri uygulanır.
Olay: Ses sanatçısı olan davacı “belli belli” adlı şiirin izinsiz olarak bestelenerek davalılardan L.D. tarafından “küstüm” adlı kasete “söz-müzik L.D.” ibaresiyle konulduğu, diğer davalının da izinsiz olarak çoğaltıp piyasaya sürdüğü gerekçesiyle davayı açmıştır.Yerel Mahkeme, davalının tescil başvurusundan davanın açıldığı tarih arasında bir yıllık zamanaşımın dolduğu ve güfte ile bestenin farklı olduğu gerekçeleriyle davayı reddetmiştir.Yargıtay ise özetle “Hukukumuzda, patent, marka ve tasarımdan farklı olarak fikir ve sanat eserleri bakımından tescil ilkesi kabul edilmemiştir. Eserin meydana getirilmesi maddi bir fiildir. Eserin meydana getirilmesiyle birlikte hak da kendiliğinden doğar. Hakkın doğumu için kamuya sunmak veya tescil gibi herhangi bir eylem veya işleme gerek yoktur. (m.20/1) Eser sahipliğinin belirlenmesinde ispat kolaylığını amaçlayan 13/3. madde hükmü eser üzerindeki hakların kazanımı bakımından bir kamusal tasarrufa bağlamak düşüncesiyle kaleme alınmamıştır. Kayıt ve tescil ile hak ihdası etmek amacı güdülmemiş, aksine, bunun mali ve manevi hakların ihlalini önlemeye yönelik olduğu açıkça anlaşılmaktadır.” Diyerek somut olay açısından eksik inceleme yapıldığı gerekçesiyle kararı bozmuştur.
Olay: Davacı yaratıcısı olduğu web sitesi içeriğinin izinsiz olarak aynen kopyalanmak suretiyle davalı tarafından yayınlandığı gerekçesiyle maddi – manevi tazminat davası açmıştır.Yerel Mahkeme, maddi – manevi tazminat açısından davayı kabul etmiştir.Yargıtay, “Dava konusu web sitesinin yaratıcısı davacı şirketin çalıştırdığı gerçek kişiler olduğundan 5846 sayılı FSEK 1/B-(b) bendi 8. maddesi uyarınca eser sahibi onu meydana getiren gerçek kişiler olup tüzel kişiliğe haiz davacı şirketin eser sahibi olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Aynı yasanın 13. vd. uyarınca bir eser üzerinde mali ve manevi haklar eser sahibine aittir. Davacı şirket ise, 5846 sayılı FSEK 18. maddesi uyarınca adam çalıştıran sıfatıyla kanundan kaynaklanan eser üzerinde mali hakları kullanma yetkisine sahip olup, manevi haklar ise eseri meydana getiren gerçek kişiler tarafından kullanılabilir. O halde somut uyuşmazlıkta davacı şirketin manevi haklarının ihlal edildiğinden söz edilemeyeceğinden manevi tazminat talebinin reddi gerekir.” Şeklinde hüküm kurmuştur.
Olay: Davacı müsveddesini hazırladığı yemek tarihlerinin davalı tarafından kitap haline getirildiği gerekçesiyle dava açmıştır.Yerel Mahkeme, davacının kitabı sadece redakte ettiği ve eser sahibi olmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir.Yargıtay, “Bir kitabın yayına hazırlanmasında sadece redaksiyon yani düzenleme görevi, bir eserin vücuda getirilmesinde yapılan teknik hizmetler veya teferruata ait yardımlar kapsamında olup, bu hizmeti veren kişiye birlikte eser sahibi hakkı tanımaz.” Diyerek hükmü onamıştır.
Olay: Davacı dava konusu projedeki tüm hakları devraldığından davalıların anlaşmaya uygun davranmadığı ve gelirlerin paylaşılmadığı gerekçesiyle davayı açmıştır.Yerel Mahkeme davalılardan biri hakkında davayı reddederken diğeri hakkında davayı kısmen kabul edilmiştir.Yargıtay da “Birden fazla kimsenin iştiraki ile vücuda getirilen eser ayrılmaz bir bütün teşkil ediyorsa, eserin sahibi onu vücuda getirenlerin birliği olduğundan elde edilen gelirlerin paylaşılması gerekir.” açıklamasıyla hükmü onamıştır.
Olay: Davacı yayınlanan eserlerden dolayı telif hakkı alamadığı, haksız çoğaltma vs. gerekçeleriyle dava açmıştır.Yerel Mahkeme, davayı kısmen kabul etmiştir.Yargıtay, “Davalı şirketin eser birliği mahiyetinde eserleri meydana getiren davacının da aralarında bulunduğu yazarları bu amaçla bir araya getirdiğinden eserlerin mali haklarının kullanılma yetkisine sahip olduğu, bu nedenle kendisine karşı açılan anılan eserlerin izinsiz çoğaltılıp yayıldığı iddiasıyla FSEK 68. maddesine dayalı telif tazminatı istemli davanın reddedilmesi gerektiği” gerekçesiyle kararı onamıştır.
Olay: Halk ozanı mirasçıları olan davacılar davalıya ait müzik kasetindeki şiire ait bazı mısraların aynen alındığı iddiasıyla dava açmıştır.Yerel Mahkeme, davayı kabul etmiştir.Yargıtay, “FSEK 11. maddedeki karine gereğince davacıların murisinin eser sahibi olduğu hususu kesinleştiği ve dava konusu olayda davacıların murisine ait şiirin üç dizesinden birisinin davalının eserinde aynen yer aldığı, diğerlerinin ise mealen (anlamca) iktibas olunduğuna göre eser sahibinin mali ve manevi haklarına tecavüz eylemi gerçekleşmiştir.” diyerek hükmü onaylamıştır.
Olay: davacı davalıya ait albümlerde kullanılan bir kısım şarkıların söz, beste ve düzenlemelerinin kendisine ait olduğunun tespitine karar verilmesini talep etmiştir.Yerel Mahkeme, inandırıcı olmayan davacı beyanları gerekçesiyle kanıtlanamayan davayı reddetmiştir.Yargıtay, “FSEK 8 ve 11. Maddelerindeki düzenlemeler itibariyle eser sahipliği karinesinin aksini iddia eden tarafça kanıtlanması gerekir.” açıklamasıyla hükmü onamıştır.[11]
ÖZETİ: 5846 sayılı FSEK’na göre icracı sanatçıların manevi hakları, icralarının sahibi olarak tanıtılmak ve icralarının kendi itibarlarını zedeleyebilecek şekilde tahrif edilmesinin ve bozulmasının önlenmesini talep etmektir. Somut uyuşmazlıkta, davacıların murisinin icracı sanatçı olarak yer aldığı dava konusu filmlerin temsili esnasında yukarıda belirtilen manevi haklarının ihlal edildiği hususu kanıtlanamadığı gibi söz konusu temsillerin BK anlamında kişilik haklarına saldırı oluşturduğundan da söz edilemeyeceği halde yazılı gerekçeyle davacılar yararına manevi tazminata hükmedilmesi doğru görülmemiş, hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir.Taraflar arasında görülen davada İstanbul 1.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nce verilen 25/05/2010 tarih ve 2006/521-2010/100 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalı tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Erol Kaplan tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, müvekkillerinin mirasçısı oldukları K.S.’ın icracı sanatçı sıfatıyla oynadığı “Düttürü Dünya” ve “Yoksul” isimli sinema eserlerinin salt sinemada gösterime ilişkin haklarının davalı yapımcıya devredildiğini, buna rağmen söz konusu eserlerin izinsiz olarak televizyon kanallarına satıldığını, bu eserlerin televizyonlarda yayınlanmasının müvekkillerinin maddi ve manevi haklarını ihlal ettiğini, davalının haksız kazanç sağladığını ileri sürerek, 15.000 TL manevi, 2.000 TL maddi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştirDavalı vekili, oyuncu K.S. ile müvekkili arasında yapılan sözlü anlaşma uyarınca söz konusu filmlerin tüm haklarının yapımcı olarak müvekkiline devredildiğini, filmlerin yayınlanması hakkı münhasıran müvekkiline ait olduğundan, müvekkilinin bu filmleri televizyonlara vererek ticari kazanç sağlamasının doğal bulunduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, davaya konu filmlerin 1985 ve 1988 yıllarında çekildiği, o tarihte yürürlükte olan 5846 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca sinema eserinin sahibinin onu imal ettiren yapımcı olduğu, bütün hakların da yapımcıya ait bulunduğu, dolayısıyla o tarihte davacılar murisinin oyunculuğundan dolayı FSEK kapsamında korunan haklarının bulunmadığı, ancak 4630 sayılı Kanun’la, yapımcının bir film üzerindeki hakları kullanmasının icracı sanatçının iznini almasına bağlı kılındığı, dava konusu filmin yapım yılından sonra yürürlüğe giren 80. madde hükümleri ile filmde rol alan icracı sanatçılara eser sahibinin hakları ile bağlantılı haklar tanındığı, ayrıca gerek ek madde ve gerekse geçici maddelerde sinema eserlerinin hak sahipliği dışındaki hükümlerin zaman sınırlaması getirilmeden Türkiye’de üretilmiş bütün eser ve icralara uygulanacağı öngörüldüğü, davaya konu eserlerin yalnızca sinemada gösterim hakkının devredildiğinin uyuşmazlık konusu olmadığı, bu durumda taraflar arasındaki devir sözleşmesine aykırı olarak adı geçen eserlerin, tv ve diğer alanlarda da izinsiz kullanımı nedeniyle maddi ve manevi tazminat isteme koşullarının oluştuğu gerekçesiyle 2.000 TL maddi, 10.000 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin manevi tazminat isteminin reddine karar verilmiştir.Kararı, davalı temyiz etmiştir.
SONUÇ : Yukarda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalının diğer temyiz itirazlarının reddine, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davalının temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davalı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz eden davalıya iadesine, 29.05.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi
DAVA: Taraflar arasında görülen davada ıstanbul Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nce verilen 08.06.2004 tarih ve 2002/495 – 2004/323 sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Ata Durak tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
KARAR: Davacı vekili, müvekkilinin eser sahibi olduğu “Kötü Kedi şerafettin” isimli mizahi karakterin müvekkili adına marka olarak tescili için müracaatta bulundukları sırada davalı şirket adına 2000/25600 sayılı marka ile tescilli olduğunu öğrendiklerini ileri sürerek, haksız ve dayanaksız olan marka tescilinin iptali ile “Kötü Kedi şerafettin” markasının müvekkili adına tescilini talep ve dava etmiştir.Davalı vekili, davacının uzun yıllar boyunca müvekkili şirket çalışanı olduğunu, anılan karakter çizimlerinin müvekkiline ait Leman ve L-Manyak isimli dergilerle yayınlandığını, davacının sadece müvekkili şirket ile arasındaki hizmet ilişkisi nedeniyle verilen görevi yerine getirdiğini, söz konusu karakterin zaman zaman müvekkili şirket talimatıyla başka kişilerce de çizildiğini, “Kötü Kedi şerafettin” isminin müvekkili şirketin uzun yıllardan beri piyasaya sunduıu dergilerde kullanılarak tanıtıldığını ve ekonomik değer kazandırıldığını savunarak, davanın reddini istemiştir.Mahkemece, dava konusu tiplemenin FSEK.nun 4 ncü maddesi uyarınca eser sayılacağı ve aynı yasanın 8 nci maddesi gereıi meydana getiren davacının eser sahibi olduğu, davacının hizmet akdinin ifası sırasında bu tiplemeyi yaratmış olmasının onun aleyhine sonuç doğurmayacağı, yine mali hakların belli bir süre ile devrinin eser sahibi olma vasfını değiştirmeyeceıi, mali hakların davalıda olduğu dönemde eserin davalıya ait dergide yayınlanmasının, davalıya eseri marka olarak tescil ettirme hakkını vermeyeceıi gerekçesiyle davanın kabulüne, davalı adına oluşturulan 2000/25600 nolu markaya ilişkin mülkiyet kaydının terkinine ve davacı adına tesciline karar verilmiştir.
1-Dava konusu 2000/25600 sayılı “KÖTÜ KEDİ ŞERO – ŞERAFETTıN kedi karikatürü şeklinden oluşan marka 16, 21, 25, 32, 33, 35 ve 42 nci sınıf mal ve hizmetler için davalı şirket adına tescil edilmiştir.
Davacı vekili, müvekkilinin 2000/25600 sayılı markayı oluşturan işarette yer alan “Kötü Kedi Şerafettin” tiplemesinin yaratıcısı ve eser sahibi olduğunu öne sürerek, müvekkilinden izin alınmaksızın davalı tarafından Türk Patent Enstitüsü Başkanlığı nezdinde tescil ettirilen markanın 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 8/5 nci maddesindeki telif hakkı sahipliğine dayalı olarak hükümsüzlüğünü istemiştir.Davalı vekili ise, müvekkilinin halen piyasada tanınan Leman ve L-Manyak dergilerinin yayıncısı olduğunu, uyuşmazlık konusu tiplemenin müvekkili şirkette çalıştığı sırada kendisine verilen görev nedeniyle davacı tarafından çiziminin gerçekleştirildiğini ve bu isim ve ibareyi öncelikli kullanım hakkının müvekkili şirkete ait olup, piyasada tanıtılarak ekonomik değer kazandırılmak suretiyle marka hakkına sahip olduklarını savunmuştur.Uyuşmazlığın çözümünde 5846 sayılı FSEK.nun ve 556 sayılı Markaların Korunması Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname hükümlerinin birlikte incelenmesi gerekmektedir.Tarafların iddia ve savunmaları ile mahkemenin kabulü itibariyle, “tiplemenin” FSEK 4/1-8 nci bendinde yazılı eser türlerinden “tipleme” olduğu, yine bu tiplemenin içinde yer aldığı çizimlerin de aynı yasanın 4/1-7 nci bendi anlamında “karikatür eseri” olduğu hususlarında uyuımazlık bulunmamaktadır.Söz konusu tiplemenin davalı şirketin yayımladığı mizah dergisinde davacı tarafından çizilen karikatür eserleri köşesinin sürekli karakteri olarak yer alması nedeniyle; FSEK 8/1 nci maddesine göre yaratıcısı ve eser sahibinin davacı olduğuna dair mahkemenin görüğü yerindedir. Bu durumun tespiti, hakimin hukuki bilgisi dahilinde olup çözümü teknik bilgiyi gerektirmediğinden mahkemece bilirkişi incelemesi yaptırılmamış olması bozma nedeni sayılmamıştır.Davalı şirketin davacı ile arasındaki hizmet akdine dayalı olarak çalıştıran sıfatıyla sahip olduğu haklara gelince;Gerçekten de, FSEK.nun 18/2 nci maddesindeki, “aralarındaki özel sözleşmeden veya işin mahiyetinden aksi anlaşılmadıkça; memur, hizmetli ve işçilerin işlerini görürken meydana getirdikleri eserler üzerindeki haklar bunları çalıştıran veya tayin edenlerce kullanılır” hükmüne göre, davalı şirkette çalıştığı sırada davacı tarafından çizimi yapılan karikatür eserleri üzerindeki mali hakların kullanım yetkisi davalıya aittir. Ancak, karikatür eserlerin mali haklarının kullanım yetkisinin davalı şirkete ait olması; bu eserlerde yer alan ve “baskın karakter” olma durumu arz eden belirli bir tipleme (çizgi karakter) üzerinde de mali hak sahibi olacağı sonucunu doğurmaz.Taraflar arasındaki uyuımazlık , hizmet sözleşmesi uyarınca davacı tarafından çizilen ve davalıya ait dergide yayımlanan karikatür eserlerin mali haklarının kullanımı ile ilgili olmayıp, bu eserlerin içinde yer alan ve baskın karakterini oluşturan “Kötü Kedi Şerafettin” tiplemesinin davalı şirket tarafından marka olarak kullanıp kullanılamayacağına ilişkindir.Her somut uyuşmazlığın özellikleri göz önüne alınmak kaydıyla, bu tür tiplemelerin içinde yer aldıkları çizgi-karikatür eserlerden bağımsız bir eser olma vasfına sahip olabilme ihtimali nedeniyle, koşulları oluştuğu taktirde, eser sahibinin tipleme üzerinde ayrıca telif hakkı mevcuttur.Yukarıda özetlenen kabule göre de, uyuımazlık konusu “Kötü Kedi Şerafettin” tiplemesi davacı tarafından yaratılmış olup, yayımlandığı dergilerde yine davacı tarafından çizilen karikatür eserlerinde baskın karakter olarak yer almak suretiyle FSEK’nun 4/1-8 nci bendi uyarınca bağımsız bir güzel sanat eseridir.Anılan tiplemenin eser sahibi davacı olduğundan, onun izni alınmaksızın davalı şirket tarafından marka olarak tescil ettirilmesi 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 8/1-5 nci bendine göre davacının telif hakkının ihlali sonucunu doğurur. Davalı böyle bir iznin varlığını kanıtlayamamıştır. Söz konusu tiplemenin içinde yer aldığı karikatürlerin zaman zaman başkaları tarafından çizilmiş olması davacı tarafından izin verildiği anlamına gelmeyeceği gibi, davacının FSEK’nun 1/B ve 8/1 nci maddelerine göre oluşan eser sahipliğini de etkilemez.Ayrıca, bu tiplemenin davalı tarafından yayımlanan dergiler yoluyla meşhur ve maruf hale getirilmesi de, dava konusu markanın tescilli olduğu mal ve hizmetler üzerinde 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 9 ve 14 ncü maddeleri anlamındaki bir markasal kullanım sayılamayacağından, davalıya aynı Kanun Hükmünde Kararname’nin 8/3 ve 7/son maddeleri kapsamında öncelik ve kullanımla ayırt edicilik hakkı sağlamaz. Davalı şirket dava konusu tiplemeyi davacıdan önce meydana getirdiğini ve davacıdan bağımsız olarak telif hakkı sahibi olduğunu da kanıtlayamamıştır.Açıklanan bu gerekçe itibariyle, mahkemece dava konusu markanın davalı şirket adına olan mülkiyet kaydının terkinine (hükümsüzlüğüne) karar verilmesi isabetli olduğundan, davalı vekilinin aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2-Ancak, mahkemece 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 8/1-5 nci bendi yoluyla aynı Kanun Hükmünde Kararname’nin 42 nci maddesi uyarınca dava konusu 2000/25600 sayılı markanın hükümsüzlüğüne ve kaydın terkinine karar verilmesi ile yetinilmesi gerekirken; davacının tescil talebi de yerinde görülerek aynı markanın davacı adına tesciline hükmedilmiştir.
Oysa, 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 42 nci maddesinde sayılan hükümsüzlük hallerinden birisinin gerçekleşmesi halinde mahkemece yapılacak iş markanın hükümsüzlüğüne ve sicil kaydının terkinine karar vermekten ibarettir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında yer alan bir kısım mal ve hizmetler yönünden oluşacak kısmi hükümsüzlük hali ayrık olmak kaydıyla, koşullar oluştuğunda dava konusunu markanın hükümsüzlüğüne hükmedilirken aynı Kanun Hükmünde Kararname’nin 44 nci maddesine göre geçmişe etkili olarak hükümsüzlük sonucu doıuran bir markanın davacı adına tesciline karar verilemez. Marka hakkının sicile tescil yöntemi Kanun Hükmünde Kararname’nin 29 ila 39 ncu maddeleri ile düzenlenmiştir.Bu kuralın bir istisnası Kanun Hükmünde Kararname’nin 17 nci maddesinde belirtilen marka sahibinin izni olmadan onun ticari vekili veya temsilcisi adına marka tescil edilmesi halinde, ticari vekil veya temsilcinin haklı bir gerekçesi yoksa, marka sahibinin söz konusu tescilin kendi lehine devredilmesini isteme yetkisidir. Dava konusu olayda böyle bir durum da söz konusu olmadığına göre davacının tescil isteminin reddine karar verilmesi gerekirken bu istemin de kabul edilmesi doıru görülmemiş olup, davalı vekilinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görüldüğünden hükmün bu yönden bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin 2 nci bent dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine, kararın 2. bentte yazılı nedenlerle davalı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 18.11.2005 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Taraflar arasında görülen davada İstanbul 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nce verilen 15.12.2011 tarih ve 2008/44-2011/201 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Sibel Demir Saldırım tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, müvekkillerinin murisi A. M. İ.’in yapımcısı olduğu 11 adet sinema filminin davalı F… Görüntü Sistemleri San. Tic. Ltd. Şti. tarafından mali haklarının hukuka aykırı şekilde kullanılmakta olduğunu, FSEK’te 4630 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikler kapsamında, 4110 sayılı Kanun’un yürürlük tarihi olan 12.06.1995 tarihinden önce alenileşen ve “koruma süreleri” 20 yıl olan sinema filmlerinin ( sinema eserlerinin ) koruma sürelerinin ( 4630 Sayılı Kanun m.35 ile değişik ) Ek-2 madde gereği 70 yıla çıkarıldığını, FSEK’da yapılan iş bu değişiklik ile 12.06.1995’ten önce yapılmış ( ilk defa tespit edilmiş, çekilmiş ve üretilmiş ) sinema filmlerinin koruma sürelerinin 20 yıldan 70 yıla çıkarıldığını ve 4630 sayılı Kanun m.32 ile 5846 sayılı FSEK’nın 80. maddesi değiştirilip, sinema filmi ( sinema eseri ) yapımcılarına “Eser Sahibinin Haklarına Bağlantılı Haklar” tanındığını, 4630 sayılı Kanun’un koruma sürelerini uzatmasıyla doğan ve oluşan tüm mali hakların, 4630 sayılı Kanun’un yürürlük tarihi olan 03.03.2001 tarihi itibariyle filmlerin yapımcısı sıfatı ile eser ve hak sahibi olan A. M. İ.’e ve veraseten davacılara ait haklar olduğunu, davaya konu filmlere ait tüm mali hakların müvekkillerine ait bulunduğunun tespitine, dava konusu filmlerin kullanımının haksız olduğunun tespitine, tecavüzün men’i ve ref’ine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Davalı vekili, müvekkilinin Yedi Kocalı, İsmet Bu Ne Kısmet, Şehvet Uçurumu, İntikam Kadını, Memnu Meyva- Budala isimli filmlerin eser sahibi olduğunu, müvekkilinin üçüncü kişilerle yapığı sözleşmeler gereğince filmlerin mülkiyetini de kazandığını, müvekkilinin Kültür Bakanlığı nezdinde eser sahibi olarak tescil edildiğini, 20 yıllık koruma süresinin dolduğunu, FSEK 19. hükmü gereğince mirasçıların kullanma hakkının olamayacağı, 5846 sayılı Kanun’a 2001 yılında 4630 sayılı Kanun’la yapılan değişiklik ile eklenen Ek 2. maddenin Anayasaya aykırı olduğunu, hak sahibi oldukları kabul edilse bile, davacıların 2001 yılındaki düzenlemenin üzerinden 7 yıl geçtikten sonra dava açmalarının iyi niyetle bağdaşmadığını ileri sürerek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.Mahkemece, tüm dosya kapsamına, toplanan delillere ve düzenlenen 2.bilirkişi raporuna göre, asıl dava yönünden davacıların davasının adı geçen 7 adet film yönünden kısmen kabulü ile adı geçen 7 adet filmin tüm mali haklarının ve bağlantılı haklarının Ali Müfit İlkiz’e veraseten yasal mirasçıları olan davacılara ait olduğunun tespiti ile davalının bu filmlere yönelik mevcut ve muhtemel tecavüzlerinin önlenmesine, bunların dışında kalan davaya konu diğer filmler yönünden dosya kapsamına göre davacılara aidiyeti yönünde yeterli delil bulunmadığından reddine karar verilmiştir.Kararı, taraf vekilleri temyiz etmiştir.
1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2- Davacılar vekilinin temyiz itirazlarına gelince, dosyada mevcut Türk Filmleri Sözlüğü’nde ve bunu doğrulayan Sesam kayıtlarında mahkemece reddedilen “Sokakta Kan Vardı”, “Çoban”, “Bizim Fıstıklar” ve “Çıldırtan Dudaklar” isimli sinema eserlerinin yapımcısının davacıların murisi olduğu bildirilmiştir. Bu durumda 5846 sayılı FSEK’nın 11. maddesi uyarınca eser sahipliğine ilişkin karinenin davacıların murisi A. M. İ. lehine oluşup oluşmadığı hususunun mahkemece tartışılmadan, bu filmler bakımından iddianın kanıtlanamadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmesi doğru olmamış, davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle, kararın davacılar yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda ( 1 ) nolu bentte açıklanan sebeplerle, davalı vekilinin tüm temyiz itirazlarının REDDİNE, ( 2 ) nolu bentte açıklanan sebeplerle, davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle kararın davacılar yararına BOZULMASINA, aşağıda yazılı bakiye 03,15 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davalıdan alınmasına, ödedikleri temyiz peşin harcın istekleri halinde temyiz eden davacılara iadesine, 04.07.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.[12]
Cihan Orhan Hukuk Bürosu © Copyright 2024 | Tüm Hakları Saklıdır. Yasal Uyarı: Bu site Türkiye Barolar Birliği'nin Meslek Kurallarına ve Reklam Yasağı Kurallarına tabidir. Sitenin kendisi, logosu ve içeriği, reklam iş geliştirme ve benzeri amaçlar ile kullanılamaz. Bu Avukat Web Sitesi içerisinde yer alan bilgiler hukuki mütalaa veya tavsiye değildir