Anayasa, devletin yönetim esaslarını düzenlemesi yanında; bireylerin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alan ve devletin bireye karşı konumunu belirleyen normlar bütünüdür. Bir başka ifadeyle, anayasalar bireyin haklarını korumak maksadıyla devletin iradesini sınırlayan düzenlemelerdir[1]. Bu niteliği itibariyle anayasalar, her hukuk sisteminde en üstün hukuk kuralı olarak kabul edilirler. Özellikle katı anayasa sistemlerinde, anayasa, ülkedeki normlar hiyerarşisinde en üstte yer alır ve alt kademede yer alan normların anayasa ile çelişmemesi beklenir. Bu nedenle “anayasal üstünlüğün” sağlanması ve sürekliliği de büyük önem taşımaktadır. Bunu sağlamak için de, bir anayasal denetim mekanizmasının hukuk sisteminde yer alması şarttır. Aksi halde anayasanın üstünlüğü ilkesi bir fiksiyon olmaktan öteye geçmeyecektir. Dolayısıyla anayasanın normatif üstünlüğünün sağlamanın en temel yolu anayasaya uygunluk denetimi olarak karşımıza çıkar[2].Türk Anayasa hukukunda anayasaya uygunluk denetimi Anayasa Mahkemesi tarafından gerçekleştirilmektedir. Anayasa Mahkemesi bu görevi yerine getirirken, anayasal üstünlüğün sağlanmasının yanı sıra demokrasi ilkesinin gerçekleşmesine de hizmet etmektedir. Zira modern demokrasilerde egemenlik yetkisinin devlet organlarının arasında paylaşımı esastır. Parlamentolar kanun yaparken, aslında millet iradesini gerçekleştirmektedirler. Parlamentonun iradesi olan kanunların, yine millet adına görev yapan anayasa mahkemesi tarafından denetlenmesi çoğunlukçu demokrasi anlayışının gereğidir. Bu yolla parlamento egemenliğin kullanılmasında tek yetkili organ olmaktan çıkmaktadır ve egemenlik yetkisini başka bir devlet organı ile paylaşmaktadır. Bu noktada anayasa yargısının demokrasi ilkesinin hayata geçirilmesindeki önemi ortaya çıkmaktadır.Anayasa yargısını kısaca tanımlamak gerekirse, en genel anlamda anayasa yargısı “doğrudan doğruya anayasaya uyulmasını sağlamak amacını güden her türlü yargı işlemini veya anayasa hukuku sorunlarının yargısal usuller içerisinde bir karara bağlanması sürecini ifade eder”[3]. Dar anlamda anayasa yargısı ise, kanunların anayasaya uygunluğunun denetlenmesinden ibarettir. Kanunların anayasaya uygunluğunun denetlenmesinde “siyasi denetim” ve “hukuki denetim” olmak üzere başlıca iki yol bulunmaktadır. Siyasi denetimde, kanunların anayasaya uygun olup olmadığının denetimi bir yargı organına değil, siyasi kuruma tanınır. Bunun temelinde yatan mantık ise kanunların siyasi bir görüşü, özellikle iktidarın siyasi görüşünü, yansıtan bir işlem olması sebebiyle, siyasi bir kuruluş tarafından denetlenmesi gerektiğidir. Hukuki denetimin temelinde yatan mantık ise, kanunların anayasa uyguluğunun denetimi hukuki bir sorun olduğu için, denetimin bir yargı organı tarafından gerçekleştirilmesi gerektiğidir. Kanunların anayasaya uyguluğunun denetimi “esas bakımından denetim” ve “şekil bakımından denetim” olmak üzere iki şekilde gerçekleştirilmektedir.Bu çalışmamızda öncelikle ülkemizde anayasa yargısının tarihsel gelişimi ve anayasal denetimin kapsamında esas-şekil bakımından denetimi ayrımı kısaca açıklandıktan sonra, şekil bakımından denetim kavramı ayrıntılı olarak açıklanmaya çalışılacaktır.
1.BÖLÜM
ANAYASAL DENETİMİN TARİHÇESİ, KAPSAMI ve ÖNEMİ
Anayasal Denetiminin Tarihçesi ve Önemi
Türk anayasa yargısında Anayasa Mahkemesi ilk defa 1961 Anayasasında düzenleme bulmuştur. Aslında “Türk Anayasa Yargısı” tarihinin başlangıcını, ilk yazılı Türk anayasası olan 1876 tarihli Kanun-u Esasi’ye dayandırmak mümkündür. Ancak Kanuni Esaside yer alan anayasal denetim, hukuki olmayıp siyasal denetim niteliğindedir[4]. 1921 Anayasasında ise anayasal denetime ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır. 1924 Anayasasında da kanunların anayasaya uygunluğunun denetlenmesine ilişkin bir mekanizma öngörülmemiştir. Ancak 1924 Anayasası m. 102’de, “Teşkilatı Esasiye Kanununun hiçbir maddesi hiçbir sebep veya bahaneyle ihmal veya tadil olunamaz, hiçbir kanun Teşkilatı Esasiye Kanununa münafi olamaz.”[5] denilmek suretiyle kanunların anayasaya aykırı olamayacağını düzenlemiştir. Bununla birlikte 1924 Anayasasında anayasal denetim mekanizmasının sağlanmamış olması, söz konusu hükmün uygulamasını önemli ölçüde sıkıntıya sokmuştur. Bu anlamda 1961 Anayasası ile getirilen en önemli kurumun Anayasa Mahkemesi olduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır.1961 Anayasasında ilk defa Anayasa Mahkemesinin düzenlenmesi ile “çoğunlukçu demokrasi anlayışından”, “çoğulcu demokrasi anlayışına” geçilmiştir. Zira Anayasa Mahkemesinin kuruluşunun düzenlenmesi ile TBMM egemenlik yetkisinin kullanılmasında tek organ olmaktan çıkmıştır. Böylelikle egemenlik yetkisinin devlet organları arasında paylaşması sağlanmıştır. 1961 Anayasa koyucusunun anayasa yargısı sitemini oluşturmaktaki amacının, 1961 Anayasası’nın güvence altına aldığı özgürlüğün ve çoğulculuğun korunması olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü 1961 Anayasası, 1924 Anayasasının benimsediği çoğunlukçu demokrasi anlayışının tepkisi sonucu doğmuştur. Anayasa yargısı sistemi, 1982 Anayasasında da yerini korumuştur. Anayasamızda kanunların anayasa uygunluğu denetimini 148. maddesinde düzenlemiş bulunmaktadır. Bu maddeye göre;
“Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler. Ancak, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz. Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde ise, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır. Şekil bakımından denetleme, Cumhurbaşkanınca veya Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin beşte biri tarafından istenebilir. Kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten sonra, şekil bozukluğuna dayalı iptal davası açılamaz; def’i yoluyla da ileri sürülemez.”
Ayrıca konuyla doğrudan ilgili olan Ay. m.150’de ise;
“Kanunların, kanun hükmündeki kararnamelerin, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün veya bunların belirli madde ve hükümlerinin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesinde doğrudan doğruya iptal davası açabilme hakkı, Cumhurbaşkanına, iktidar ve Anamuhalefet Partisi Meclis grupları ile Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az beşte biri tutarındaki üyelere aittir. İktidarda birden fazla siyasi partinin bulunması halinde, iktidar partilerinin dava açma hakkını en fazla üyeye sahip olan parti kullanır”. denilmek suretiyle anayasal denetimin sınırları çizilmiş bulunmaktadır.
Anayasal Denetimin Kapsamı: Esas ve Şekil Denetimi
Ay. m.148/1’e göre Anayasa Mahkemesi kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ( KHK ) ve TBMM İçtüzüğü’nün Anayasaya şekil ve esas bakımından uygunluğunu denetlemekle görevli ve yetkilidir. Anayasa Mahkemesi aynı zamanda, anayasa değişikliklerini sadece şekil bakımından anayasaya uygunluğunu denetlemeye yetkilidir. Olağanüstü dönem KHK’ları ise anayasal denetimin kapsamı dışında kalmaktadır. Anayasa Mahkemesinin yükümlü olduğu bu görev ve yetkiler “norm denetimi” olarak adlandırılmaktadır[6].Buradan da anlaşıldığı üzere, Anayasa Mahkemesi norm denetimini “esas bakımından denetim” ve “şekil bakımından denetim” olmak üzere iki şekilde gerçekleştirmektedir. Esas bakımından denetimi, kanunların içeriğinin anayasal normlarla çelişip çelişmediğini tespite yönelik olup; içe dönük (intrinseque) bir nitelik taşır. Şekil denetimi ise anayasaya aykırı olduğu iddia edilen kanunun anayasa ve meclis içtüzüğünde öngörülen usul kurallarına uygun olarak çıkarılıp çıkarılmadığına ilişkindir. Dolayısıyla şekil denetimimin dışa dönük (extrinseque) bir nitelik taşıdığı kabul edilir[7].En genel anlamda açıklanacak olursa “esas bakımından denetim”, anayasaya aykırılığı iddia sürülen düzenlemenin içeriğinin anayasa hükümleri ile çatışıp çatışmadığını tespite yöneliktir. Denetlenen normun anayasaya aykırılığı çok çeşitli sebeplerle ortaya çıkabileceği için esas bakımından anayasaya aykırılık halleri sınırlandırmak son derece güçtür[8]. Bu sebeple anayasada şekil denetiminin kapsamının ne olduğu kanunlar ve anayasa değişiklikleri için belirtilmişken, esas denetiminin kapsamının ne olduğuna yer verilmemiştir. Doktrinde bazı yazarlar “idari işlemin kanuna aykırılık sebeplerini”[9], kanunların anayasaya aykırılığın tespitinde kıyasen uygulamışlarsa da bunun pratikte bir faydası yoktur. Zira kanunlar ile idari işlemler arasında nitelik farkı söz konusudur[10]. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi esas denetiminin kapsamına neler gireceği konusunda takdir yetkisine sahiptir. Mahkeme, anayasaya aykırılığı iddia edilen düzenlemenin içeriğini, hukukun evrensel ilkelerine ve anayasanın öngördüğü ölçütlere uyup uymadığını değerlendirecektir[11].
Anayasamızda esas denetimi ile şekil denetimine ilişkin düzenlemeler farklılık göstermektedir. Şekil bozukluğuna dayalı iptal davası, dava açma süresi ve dava açmaya yetkili olanlar bakımından esas bakımından açılacak olan iptal davasından farklıdır. Şekil denetimi ile esas denetimi arasında farklar kısaca şu şekilde sıralanabilir:
2.BÖLÜM
ŞEKİL BAKIMINDAN ŞARTLARI ve KONUSU
Şekil Denetiminin Şartları
Anayasal yargıda şekil bakımından denetim en genel ifadeyle; kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin, Türkiye Büyük Millet Meclisi içtüzüğünün ve anayasa değişikliklerinin anayasada belirtilen şekil ve usul kurallarına uygun olarak yapılıp yapılmadıklarının tespitine yönelik denetimdir[12]. Bir başka deyişle, şekil denetimi; kanunların, anayasa değişikliklerinin, kanun hükmünde kararnamelerin ve TBMM İçtüzüğünün Anayasada belirtilmiş usul ve şekil kurallarına uygun olarak yapılıp yapılmadığını konu edinmektedir. Ancak şekil denetiminin konusunu oluşturan şekil ve usul kuralları yalnızca Anayasada değil TBMM İçtüzüğünde de yer almaktadır. Dolayısıyla anayasada aksi belirtilmedikçe, TBMM İçtüzüğünde yer alan şekil ve usul kurallarına uyulmaması şekil aykırılığını ortaya çıkaracağı kabul edilmelidir. Bu anlamıyla -kural olarak- şekil denetimi son derece geniş bir kapsamda uygulama alanı bulmaktadır.Anayasa Mahkemesi de çeşitli kararlarında şekil denetiminden ne anlaşılması gerektiğini irdelemiştir. Mahkemenin 18.06.1987 tarihili ve 1987/9E, 1987/15K sayılı kararında “…şekil bakımından denetim, bu tür mevzuatın Anayasa ve İçtüzükte öngörülmüş bulunan usul ve şekil kurallarına uygun biçimde yapılıp yapılmadığı hususlarının denetimidir; zira, herhangi bir hukuk kuralı ancak Anayasanın öngördüğü ya da Anayasaya uygun hukuk kurallarının müsaade ettiği usullere göre konulabilir. Biçim kuralları bir tasarı ya da teklifin kanunlaşmasına kadar geçirdiği tüm evrelerde uyulması gereken usul ve şekil kurallarının bütününü ifade eder” demek suretiyle şekil denetiminin kapsamını belirlemeye çalışmıştır.Bununla birlikte Anayasamız bazı durumlarda şekil denetiminin kapsamından ne anlaşılması gerektiğini bizzat düzenlemiş bulunmaktadır. Daha sonra açıklayacağımız üzere, Anayasamız şekil denetimini kanunlar için son oylamanın öngörülen çoğunlukta yapılıp yapılmadığı, anayasa değişiklikleri için ise teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlı tutmuştur.Şekil denetiminin kapsamı konusunda tartışılması gereken hususlardan biri de “yetki” unsuruna ilişkin sakatlıkların şekil denetiminin kapsamına girip girmeyeceğidir. Yetki unsuru gereği bir düzenlemenin anayasanın yetkilendirdiği organ tarafından yapılması asıldır. Kanunlar, anayasa değişiklikleri ve TBMM İçtüzüğü bakımından yetkili organ TBMM iken; kanun hükmünde kararnameler bakımından yetkili organ Bakanlar Kuruludur. Anayasanın koyduğu yetki kurallarına aykırı olarak yapılan bir düzenlemenin geçerli olarak doğmadığını kabul etmek gerekir. Çünkü yetkisiz bir organ tarafından çıkarılan düzenleme daha en başından sakat olarak doğmaktadır. Dolayısıyla böyle bir düzenlemenin Anayasa Mahkemesi tarafından esas incelemesine geçilmeden, şekil aykırılığı sebebiyle iptal edilmesi gerekir[13]. Anayasa Mahkemesi de bu görüşümüzü destekler nitelikte, 27.11.2007 tarihli ve 2007/99E, 2007/86K sayılı kararında “Ancak, 148 inci maddede belirtilen şekil denetiminin, işlemin yetki unsuru bakımından geçerliğini denetleme hususunu dışta bırakmış olduğu düşünülemez. Anayasa Mahkemesinin şekil denetimi yetkisinin özünde, işlemi öncelikle yetki unsuru bakımından denetlemek yetkisi saklıdır. Çünkü teklif ve oylama çoğunluğuna ulaşılıp ulaşılmadığı ancak hukuken geçerli bir işlemle ilgili olarak değerlendirilebilir. Bu nedenle, şekil denetimi kapsamında öncelikle işlemde yetki unsuru bakımından sakatlık olup olmadığının araştırılması gerekir.” şeklinde hüküm kurmuştur.
Bununla birlikte şekil eksiklikleri, şekil bakımından denetimin kapsamında değildir. Bu durumda kanunun yapılması aşamasında, anayasada ve meclis içtüzüğünde öngörülen bir şekil şartının yerine getirilmemesi söz konusudur. Bu şekil eksikliğinin yaptırımı ise yokluktur. Yani şekil eksikliği halinde ortada geçerli bir kanun olmadığı için Anayasa Mahkemesine iptal talebiyle başvurulması mümkün değildir. Doktrinde anayasa yargısının bulunduğu her sistemde, şekil eksikliklerinin her makam ve mahkeme tarafından tespit edilebileceği kabul edilmektedir[14].
Şekil bakımından açılacak iptal davalarında başvuru yetkisi esas bakımından açılacak iptal davalarından farklılık göstermektedir. Ancak söz konusu farklılık yalnızca kanunlar ve dolayısıyla anayasa değişiklikleri içindir. Ay. m.148/2’e göre, bu düzenlemeler hakkında açılacak iptal davalarında, dava açma yetkisi yalnızca Cumhurbaşkanı ve TBMM üye tam sayısının beşte biri tutarındaki milletvekiline aittir.
Kanun hükmünde kararnameler ile TBMM İçtüzüğünün şekil bakımından denetiminde dava hakkına sahip olanlar, doğrudan iptal davasını düzenleyen Ay. m.150’e göre belirlenir. Buna göre Kanunların, kanun hükmündeki kararnamelerin, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün veya bunların belirli maddeye hükümlerinin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesinde doğrudan doğruya iptal davası açabilme hakkı, Cumhurbaşkanına, iktidar ve ana muhalefet partisi Meclis grupları ile Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının en az beşte biri tutarındaki üyelere aittir. İktidarda birden fazla siyasî partinin bulunması halinde, iktidar partilerinin dava açma hakkını en fazla üyeye sahip olan parti kullanacaktır. Görüldüğü üzere kanun hükmünde kararnameler ile TBMM İçtüzüğünün şekil denetimi ile esas denetimi arasında başvuru yetkisi bakımından bir fark bulunmamaktadır.
Anayasanın şekil denetimine yönelik iptal davalarında, başvuru yetkisine ilişkin düzenlemeleri 1961 Anayasası hükümlerine kıyasen oldukça sınırlayıcı niteliktedir. 1961 Anayasasında esas ve şekil denetimi olarak bir ayrım yapılmamış ve Anayasaya aykırılık iddiası ile iptal davası açmaya yetkili merciler son derece geniş kapsamlı düzenlenmiş idi. 1961 Anayasası m.149’a göre, Cumhurbaşkanı; Yasama Meclislerindeki siyasi parti grupları ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan siyasi partiler ile son milletvekili genel seçimlerinde muteber oy sayısının en az yüzde onunu alan siyasi partiler; Yasama Meclislerinden birinin üye tam sayısının en az altıda biri tutarındaki üyeleri; kendi varlık ve görevlerini ilgilendiren alanlarda Yüksek Hâkimler Kurulu, Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay ve Üniversiteler, kanunların veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüklerinin veya bunların belirli madde ve hükümlerinin Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesi’nde doğrudan doğruya iptal davası açma yetkisine sahiptiler. 1961 Anayasası düzenlemesiyle karşılaştırıldığında şekil aykırılığı sebebiyle iptal davası açmaya yetkili makamların 1982 Anayasasında son derece sınırlandırıldığı görülmektedir.
Kanunların Şekil Bakımından Denetlenmesi
2.Anayasa Değişikliklerinin Şekil Bakımından Denetlenmesi
Anayasa değişikliklerinin, anayasaya uygunluğunun denetimi, anayasa yargısına sahip ülkelerde tartışıla gelen bir konu olmuştur. Hiyerarşik açıdan kanunlardan daha üst konumunda olan anayasa normlarının ölçüt alınması sebebiyle, kanunların anayasa uygunluğunun denetiminin mantığı kolay anlaşılır niteliktedir[22]. Ancak anayasa normları arasında eşitlik söz konusu olduğundan, bir anayasa normunun anayasa uygunluğunun denetiminde ölçüt normun ne olduğu tartışma konusu olmaktadır.
Anayasa değişiklikleri hukuki nitelikleri itibariyle birer kanundurlar. Doktrinde de anayasa değişikliklerinin birer kanun olması sebebiyle anayasal denetime tabi olması doğal bir durum olarak kabul görmektedir[23]. Özbudun bu konudaki görüşünü “kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimini kabul etmiş olan bir ülkede, anayasa değişikliklerinin şekil yönünden anayasaya uygunluğunun denetiminde yadırganacak bir yön yoktur. Çünkü nihayet anayasa değişiklikleri de, biçimsel olarak bir kanundur”[24] şeklinde ifade etmektedir. Bu bağlamda anayasa yargısının anayasa değişikliğine ilişkin kanunların anayasal denetime tabi tutulması kaçınılmazdır.
Anayasa değişikliklerinin anayasaya uygunluğunun denetimi söz konusu olduğunda konunun esas ve şekil denetimi olarak iki başlıkta irdelenmesinde fayda vardır. Yürürlüğe girdikten sonra anayasanın bir parçası haline gelen anayasa değişikliğinin esas bakımından denetiminde ölçüt anayasa normunun ne olacağı bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü şekil bakımından geçerli olan bir anayasa normunun kendisiyle eşdeğer başka bir anayasa normuna uygun olup olamadığının denetlenmesi mümkün değildir. Bununla birlikte anayasa değişikliklerinin şekil bakımından denetlenmesinin önünde mantıki bir engel bulunmadığını kabul etmek gerekir.
Bu doğrultuda, Anayasa m.148/1’de anayasa değişikliklerinin yalnızca şekil bakımından inceleneceğini ve denetlenebileceğini düzenlemiştir. Anayasa bu hükmü ile anayasa değişikliklerinin denetlenmesi konusunda; kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve TBMM İçtüzüğünün anayasal denetimine nazaran son derede kısıtlı bir inceleme yetkisi tanımıştır.
1.Başvuru Süresi
Anayasa koyucu kanunların ve anayasa değişikliklerinin şekil bakımından ileri sürülmesini aynı süreye bağlamıştır. Söz konusu süreyi düzenleyen Ay. m.148/2’e göre, kanunun yayınlandığı tarihten itibaren 10 gün geçtikten sonra şekil bozukluğuna dayalı iptal davası açılaması mümkün değildir. Bu anlamda, şekil bozukluğuna dayalı iptal davası açmak için belirlenen bu on günlük süre bir hak düşürücü süre olma niteliği taşır.
Gerek Anayasanın 148. maddesi, gerek 2949 sayılı kanunun 22. maddesi uyarınca, iptal davası açılmasına ilişkin sürenin başlangıcı olarak anayasa değişikliği hakkındaki kanunun yayımlandığı tarih dikkate alınacağı ve bu konuda anılan kurallarda bir ayrım da yapılmadığı için; anayasa değişikliğine ilişkin bir kanunun Resmî Gazetede yayımlanmasının, onun Cumhurbaşkanınca onaylanıp yürürlüğe sokulması amacıyla mı, yoksa halkoyuna sunulması nedeniyle mi yapılıyor olmasının durumu değiştirmemesi gerekir. Zira açıklanacağı üzere, Cumhurbaşkanı, anayasa değişikliklerini, mecliste sağlanan kabul çoğunluğuna bağlı olarak, onaylama ya da takdiri veya zorunlu olarak halkoyuna sunabilme yetkisine sahiptir. Anayasanın m.175/3-4-5’te;
“Cumhurbaşkanı anayasa değişikliklerine ilişkin kanunları, bir daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderebilir. Meclis geri gönderilen kanunu üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile aynen kabul ederse Cumhurbaşkanı bu kanunu halkoyuna sunabilir.
Meclisçe üye tamsayısının beşte üçü ile veya üçte ikisinden az oyla kabul edilen anayasa değişikliği hakkındaki kanun, Cumhurbaşkanı tarafından Meclise iade edilmediği takdirde halkoyuna sunulmak üzere Resmi Gazetede yayımlanır.
Doğrudan veya Cumhurbaşkanının iadesi üzerine, Meclis üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile kabul edilen anayasa değişikliğine ilişkin kanun veya gerekli görülen maddeleri Cumhurbaşkanı tarafından halkoyuna sunulabilir. Halkoylamasına sunulmayan anayasa değişikliğine ilişkin Kanun veya ilgili maddeler Resmi Gazetede yayımlanır”
demek suretiyle, halkoyuna sunulan anayasa değişiklikleri, henüz onaylanıp yürürlüğe girmiş olmamalarına rağmen “kanun” olarak isimlendirilmiş ve bunların da Resmi Gazetede yayımlanacağını düzenlenmiştir[25].
Bu durumda, şekil bozukluğuna dayalı iptal davasının açılması, Resmi Gazetede yayınlanma itibaren 10 günlük hak düşürücü süreye bağlandığından; henüz onaylanıp yürürlüğe girmemiş olmasına rağmen, halkoyuna sunulan anayasa değişikliğine ilişkin bir kanun hakkında, söz konusu sürede dava açılabileceğinin kabulü gerekir[26]. Böylece, halk oylamasında kabul edilmiş olan bir anayasa değişikliğini Anayasa Mahkemesinin artık denetleyemeyeceği de dikkate alındığında, bazı şekil aykırılıklarına rağmen bir anayasa değişikliğinin halkoyuna sunulması ve bu aykırılıkların halkoylamasında kabul sonucu bertaraf edilebilmesi ihtimalinin de önüne geçmek mümkün olacaktır[27]. Bu nedenle, anayasa değişikliğine ilişkin bir kanunun gerek yürürlüğe sokulmak gerekse de halkoyuna sunulmak amacıyla Resmi Gazetede yayımlanmasıyla birlikte, söz konusu dava açma süresinin de başlayacağını kabul etmek gerekir.
b.Başvuru Yetkisi
Anayasa değişikliklerinin şekil bakımından denetimini talep etme yetkisi kanunların şekil bakımından denetiminde olduğu gibi, Cumhurbaşkanı ve TBMM üye tam sayısının beşte biri oranındaki milletvekillerine aittir. Zira Ay. m.148/2, “…Şekil bakımından denetleme, Cumhurbaşkanınca veya Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin beşte biri tarafından istenebilir.” demek suretiyle, kanunlar ve anayasa değişiklikleri için şekil bakımından anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle iptal davasının, söz konusu anayasa değişikliğinin veya kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün içinde, Cumhurbaşkanı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin beşte biri tutarındaki üyelerince açılabileceğini öngörmüştür.
Cumhurbaşkanı anayasa değişikliklerine ilişkin olarak şekil bakımından iptal davası açabilmek için, Başbakan ve ilgili bakanların karşı-imzasına muhtaç değildir. Zira dava açma yetkisi niteliği gereği, Cumhurbaşkanının tek başına kullanabileceği bir yetkileri arasındadır. Bunun gerekçesi ise şu şekilde açıklanabilir: Anayasa değişikliğinin kabul edilmesinde iktidar partisinin oyları etkili olacağı ve Bakanlar Kurulunun da iktidar partisi tarafından kurulacağı ihtimalinde, Başbakan ve ilgili bakanın kendi partilerinin oyuyla kabul edilmiş olan bir anayasa değişikliği için Anayasa Mahkemesinde iptal davası açılmasına izin vermeleri işin mantığı ile çelişmektedir. Nitekim uygulamada da, Cumhurbaşkanı şekil bakımından iptal davası açma yetkisini tek başına kullanmaktadır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin beşte biri tutarındaki üyelerin ise aynı siyasi partinin mensubu olmaları zorunlu değildir, Çeşitli siyasi partilere mensup milletvekillerinin veya bağımsız milletvekillerinin birlikte hareket ederek, anayasada öngörülen beşte birlik çoğunluğu sağladıkları takdirde şekil bakımından iptal davası açmalarının önünde yasal bir engel bulunmamaktadır.
1.Denetimin Kapsamı
Anayasa değişiklerinin şekil bakımından denetiminin kapsamı Ay. m.148’te belirtilmiştir. Buna göre Anayasa Mahkemesi, anayasa değişikliklerini yalnızca şekil bakımından inceleme yetkisine sahiptir. Ancak Anayasa Mahkemesinin anayasa değişiklikleri şekil bakımından inceleme yetkisi sınırsız değildir. Anayasa mahkemesi bu yetkisini, teklif ve karar yeter sayısına ve ivedilikle görüşülememe şartına uyulup uyulmadığının tespiti ile sınırlı olarak kullanabilir. Buradan açıkça anlaşılmaktadır ki, Anayasa koyucu kanunların şekil denetiminde olduğu gibi anayasa değişikliklerinin şekil denetiminin konusunda da numerus clausus ilkesini kabul etmiştir. Dolayısıyla bu denetimin kapsamının yorum yoluyla genişletilmesi mümkün değildir.
Bu noktada Anayasa Mahkemesinin anayasa değişikliklerini şekil bakımından incelerken hangi ölçütleri esas alacağının ayrı ayrı incelenmesinde fayda vardır:
aa)Teklif Yeter Sayısı
Anayasa değişikliği sürecini ilk basamağını anayasa değişikliği teklifi oluşturmaktadır. Ay. m.175/1’e göre, “Anayasanın değiştirilmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte biri tarafından yazıyla teklif edilebilir”. Bu noktada, anayasa değişikliği teklifinin, normal kanun tekliflerinden iki bakımdan farklı olduğu görülmektedir.Öncelikle söz konusu anayasa normuna göre anayasa değişikliği teklif etme yetkisi TBMM üye tam sayısının üçte birine tanınmış olup, Bakanlar Kuruluna anayasa değişikliği tasarısı sunma yetkisi tanınmamıştır. İkinci olarak, kanun tekliflerinden farklı olarak asgari bir teklif sayısına bağlanmıştır. Kanun teklifleri bir milletvekili tarafından bile verilebilirken, anayasa değişikliği teklifleri en az TBMM üye tam sayısının üçte biri ile verilebilmektedir[28].
Yine anayasaya göre anayasa değişiklik teklifinin yazılı olarak sunulması gerekmektedir. Anayasa m.175/2’de, “Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki tekliflerin görüşülmesi ve kabulü, bu maddedeki kayıtlar dışında, kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki hükümlere tâbidir” denilmek suretiyle, anayasa değişiklik tekliflerin aynı zamanda gerekçeli bir şekilde verilmesi gerektiğinin kabulü gerekir[29].
Anayasa değişikliğinde, teklif yeter sayısı yalnızca teklifinin sunulması aşamasında aranmalıdır[30]. Anayasa değişiklik teklifinin Anayasa Komisyonunda ve TBMM Genel Kurulunda görüşülmesi sırasında söz konusu teklif yeter sayısının aranmasına gerek yoktur. Yine Cumhurbaşkanı tarafından parlamentoya bir daha görüşülmek için iade edilen anayasa değişikliğinin yeniden görüşülmesi sırasında ayrıca teklif yeter sayısı aranmaz. Ancak, eğer iade edilen metin ile ilgili olmayan bir değişiklik teklifinde bulunulursa yine üçte bir oranındaki teklif yeter sayısı aranacaktır[31].
Anayasa Mahkemesinin teklif yeter sayısı konusundaki görüşünü yansıtması açısından 5.6.2008 tarihli ve 2008/16 E., 2008/116 K sayılı kararı önem taşımaktadır. Mahkemeye göre, teklif şartının geçerli olabilmesi için, öncelikle anayasa değişikliğinin konu bakımından Anayasanın değiştirilemez hükümlerine ilişkin olmaması gerekir. Diğer bir ifadeyle, Anayasanın değiştirilemez nitelikteki ilk üç maddesini doğrudan ya da dolaylı biçimde değiştirmeyi amaçlayan anayasa değişiklik tekliflerin, geçerli teklif koşuluna sahip olamayacağı kabul etmektedir. Mahkeme bu görüşünü anılan kararında,
“Anayasanın ilk üç maddesinde değişiklik öngören veya Anayasa’nın sair maddelerinde yapılan değişikliklerle doğrudan doğruya veya dolaylı olarak aynı sonucu doğuran herhangi bir yasama tasarrufunun da hukuksal geçerlilik kazanması mümkün olmadığından, bu doğrultudaki tekliflerin sayısal yönden Anayasa’ya uygun olması tasarrufun geçersizliğine engel oluşturmayacaktır”şeklinde ifade etmiştir. Bu noktada Anayasa Mahkemesinin yorum yoluyla anayasa değişiklikleri üzerindeki inceleme yetkisini genişlettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Zira dolaylı olarak anayasanın değiştirilmez hükümlerinin değiştirilmesi sonucu doğuran yasama tasarrufunun neler olabileceğinin tespitinde objektif bir ölçüt yoktur. Bu durumda Anayasa Mahkemesinin genişletici yorum yaptığı açıktır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin bu görüşüne bu noktada katılmak mümkün değildir. Ancak doğrudan anayasanın değiştirilmesi mümkün olamayan ilk üç hükmünün değiştirilmesi sonucu doğuran bir anayasa teklifi açısından geçerli teklif koşulunun gerçekleşmediğinin kabul edilmesinde kanaatimizce bir sakınca yoktur.
bb.Karar Yeter Sayısı
Ay. m.175/1’e göre, Anayasa Mahkemesinin, anayasa değişikliklerini denetlerken dikkate alacağı bir diğer husus, söz konusu değişikliğin TBMM üye tamsayısının en az beşte üç çoğunluğuyla kabul edilmiş olup olmadığıdır. Ay. m. 175/1’de, “Değiştirme teklifinin kabulü Meclisin üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun gizli oyuyla mümkündür” denilmek suretiyle bu husus açıkça düzenlenmiş bulunmaktadır. Söz konusu çoğunluğun, teklif yeter sayısından farklı olarak, anayasa değişiklik teklifine ilişkin gerçekleştirilen her oylamada aranması gerekmektir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi denetim sırasında, anayasa değişikliğinin gerek maddelerine geçilmesi sırasında, gerek maddelerinin kabulünde, gerekse kanunun tümü üzerinde yapılan son oylamada, bu beşte üçlük karar yeter sayısının sağlanıp sağlanmadığı hususuna dikkat etmesi gerekir.Yine Ay m.175/1 hükmü gereği son oylamanın gizli yapılması zorunludur. Ancak Anayasa mahkemesin anayasa değişikliklerini denetleme yetkisi yalnızca teklif ve karar yeter sayısına ve ivedilikle görüşülememe şartına uyulup uyulmadığının tespiti ile sınırlı olduğundan, bu şekil şartının denetlenmesi mahkeme tarafından mümkün değildir[32]. Dolayısıyla değişiklik teklifinin açık oylama usulüyle gerçekleştirilmesi halinde, karar yeter sayısı mevcutsa şekil bakımından anayasaya aykırılık durumu söz konusu olmayacaktır.Yukarıda belirttiğimiz üzere anayasa değişiklik teklifinin kabulü, TBMM üye tam sayısının asgari beşte üç çoğunluğunun gizli oyuna bağlanmıştır. Bununla birlikte, beşte üç çoğunlukla kabul edilen anayasa değişikliklerinin Ay. m.175/4’e göre halkoyuna sunulması zorunludur. Ancak bir anayasa değişikliği TBMM üye tam sayısının üçte iki çoğunluğu ile kabul edilmişse, halkoyuna gidilmesi Cumhurbaşkanının takdirine bırakılmıştır (AY m.175/5). Bu durumda üç ihtimal ortaya çıkmaktadır. Cumhurbaşkanı anayasa değişikliğine ilişkin kanunu tekrar görüşmek üzere meclise iade etmek, doğrudan doğruya halkoyuna sunmak veya onaylayarak kesinleştirme seçeneklerine sahiptir.Cumhurbaşkanı tarafından bir daha görüşülmek üzere Meclise iade edilen anayasa değişikliklerinde ise, oylama çoğunluğundan ne anlaşılması gerektiği doktrinde tartışıla gelen bir konu olmuştur. Bu konuda doktrinde hakim görüş, Cumhurbaşkanı tarafından bir kez daha görüşülmek üzere meclise iade edilen anayasa değişikliğinin kabul edilebilmesi için TBMM üye tam sayısının üçte iki çoğunluğu ile kabul edilmesi gerektiğini savunmaktaydı[33]. Anayasa Mahkemesi ise 05.07.2007 tarihli ve 2007/72E, 2007/68K sayılı kararında bir anayasa değişikliğinin Cumhurbaşkanı tarafından meclise iade edilmesi durumunda üçte ikilik çoğunluğun aranmasının zorunlu olmadığına karar vermiştir. Mahkemeye göre, “Üçüncü fıkranın lafzındaki “üçte iki çoğunluğu ile kabul ederse” ifadeleri, başka çoğunluklarla da kabul edilme olanağının varlığına işaret eder.“Üçte iki çoğunluğu ile kabul ederse” ifadesi, “ancak üçte iki çoğunluğu ile kabul edilebilir” ifadesiyle mantıksal olarak özdeş değildir. Bu ifade, üçüncü fıkradaki “sunabilir” yüklemine bağlanmış bir koşul olduğundan, bunu “ancak üçte iki çoğunluğu ile kabul edilebilir” biçiminde bir önermeye dönüştürmek olanaksızdır. Dördüncü fıkra, geri gönderilen yasanın üçte ikinin altında, beşte üçten fazla bir çoğunlukla aynen kabul edilmesi durumunda, ikinci kez iade olanağı bulunmadığından, Cumhurbaşkanı tarafından halkoyuna sunulmak üzere Resmi Gazetede yayımlamasını zorunlu kılmaktadır”.Özbudun’a göre, Anayasa Mahkemesinin bu yorumuyla, Cumhurbaşkanının iade yetkisi, güçleştirici bir veto olmaktan çıkarak geciktirici bir vetoya dönüşmektedir[34].
cc.İvedilikle Görüşülememe Yasağı
1982 Anayasasının 175. maddesinin 1987 senesinde 3361 sayılı kanunla yapılan değişikliğinden önce, birinci fıkrasının üçüncü cümlesi, “Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki teklifler ivedilikle görüşülemez” hükmünü ihtiva ederken, bu ifade, 3361 sayılı kanunla yapılan değişiklikten sonra, “Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki teklifler Genel Kurul’da iki defa görüşülür” şekline dönüştürülmüştür. Madde hükmü bu haliyle de ivedilikle görüşülememe yasağını ihtiva etmektedir. Zira bilindiği üzere ivedilikle görüşme anayasa değişiklik teklifinin “yalnızca bir defa görüşülmesini” ifade etmektedir[35].
Anayasanın, anayasa değişikliklerinin görüşülmesinde ivedilik kararı alınmasını yasaklamasının, başka bir ifadeyle, genel kurulda iki defa görüşülmesinin istenmesinin amacı, anayasa değişikliklerinin aceleye getirilmemesi, konu üzerinde daha titizlikle durulması ve iki görüşme arasında kamuoyunun çeşitli yollardan ifade bulabilmesinin sağlanmasıdır[36].
İvedilikle görüşülememe yasağının, değişiklik teklifinin öncelikle görüşülemeyeceği şeklinde anlaşılmaması gerekir. Zira öncelikle görüşme, bir kanun tasarısı ya da teklifinin meclis gündeminde yer alan diğer konulardan daha önce görüşülmesi anlamına gelir. Anayasamızda da anayasa değişiklik teklifinin öncelikle görüşülemeyeceğine ilişkin bir yasaklama yoktur. Dolayısıyla yazılı gerekçe belirtilmesi şartıyla anayasa değişikliğine ilişkin tekliflerin meclis genel kurulunda öncelikle görüşülmesine bir engel yoktur.
3.Kanun Hükmünde Kararnamelerin Şekil Bakımından Denetlenmesi
Anayasal denetimin konusunu teşkil eden bir diğer düzenleme de kanun hükmünde kararnamelerdir. Kural olarak kanun hükmünde kararnameler, yürürlüğe girdikleri tarihten itibaren gerek esas gerekse de şekil bakımından anayasal denetime tabidirler. Bununla birlikte yine Ay. m.148/1 gereğince “olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş halinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin” gerek esas gerekse de şekil bakımından anayasaya aykırı oldukları iddiasıyla iptal davası açılamaz. Sıkıyönetim ve olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamelerinin anayasaya uygunluğunun denetlenememesi hukuk devleti ilkesinin sağlanması açısından ciddi bir sıkıntı olarak karşımıza çıkmaktadır[37].
Anayasamıza göre kanun hükmünde kararnamelerin şekil bakımından denetlenmesi mümkün olmakla birlikte kanun hükmünde kararnamelerin şekil bakımından denetlenmesinin neden ibaret olduğu anayasada gösterilmiş değildir. O halde, Anayasa Mahkemesi kanun hükmünde kararnamelerin Anayasaya uygunluğunu genel olarak şekil unsuru bakımından inceleyebilecektir. Zira daha sonra ayrıntılı açıklanacağı üzere bu hususta anayasa koyucunun getirdiği bir konu sınırlaması bulunmamaktadır.
a.Başvuru Süresi
Kanun hükmünde kararnamelerin şekil aykırılığının ileri sürülmesi, kanunların ve anayasa değişikliklerine ilişkin şekil aykırılıklarının ileri sürülmesinden farklı süreye tabi tutulmuştur. Daha önce ifade ettiğimiz gibi, şekil bozukluğuna dayanan iptal davası iptali istenen kanun veya anayasa değişikliğinin yayınlandığı tarihten itibaren 10 gün içinde açılabilir. Bu niteliği itibariyle özel bir düzenlemedir. Ancak kanun hükmünde kararnameler hakkında açılacak şekil bakımından iptal davaları bu özel düzenlemedeki kısıtlayıcı süreye tabi değildir. Ay. m. 151’de düzenlenen genel kural uyarınca, kanun hükmünde kararnameler hakkında açılacak şekil aykırılığına dayanan iptal davaları, Resmi Gazetede yayınlandığı tarihten başlayarak altmış gün içinde açılabilir.
b.Başvuru Yetkisi
Kanun hükmünde kararnameler hakkında şekil aykırılığı sebebiyle açılacak iptal davaları başvuru yetkisi bakımından da kanun ve anayasa değişikliklerinden ayrılmaktadır. Kanunlar ve anayasa değişiklikleri hakkında açılacak şekil bakımından iptal davalarında başvuru yetkisi Cumhurbaşkanı ve TBMM üye tam sayısının beşte biri oranındaki milletvekiline ait olduğunu daha önce belirtmiştik.(Ay m.148/2)
Kanun hükmünde kararnameler hakkındaki iptal davalarında ise başvuru yetkisinde bu kısıtlama söz konusu değildir[38]. Doğrudan iptal davasını düzenleyen Ay. m.150/1’e göre başvuru yetkisi Cumhurbaşkanı ve TBMM üye tam sayısının beşte biri oranındaki milletvekilinin yanında iktidar ve ana muhalefet partilerinin meclis gruplarına da tanınmış bulunmaktadır. Yine Ay m.150/1’in son cümlesine göre iktidarda birden fazla siyasi partinin bulunması halinde dava açma hakkını mecliste en fazla üyeye sahip olan siyasi parti kullanacaktır.
c.Denetimin Kapsamı
Anayasamızda kanun hükmünde kararnamelerin anayasal denetimine ilişkin olarak şekil bakımından denetlenebilecekleri belirtilmiş olmakla birlikte, bu denetimin konusunun ne olacağına ilişkin bir açıklama veya sınırlama getirilmemiştir. O halde, kanun hükmünde kararnamelerin şekil bakımından denetlenmesinin kapsamı Anayasa Mahkemesinin takdirine bırakıldığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Konuya genel olarak bakıldığında, Kanun hükmünde kararname çıkarılmasında uyulacak usul ve şekil, Bakanlar Kurulunun diğer kararnamelerinde izlenen usul ve şekilden farksız olduğu görülmektedir. Kanun hükmünde kararnameler nitelikleri itibariyle birer kolektif işlem olduklarından Başbakan ve tüm bakanların imzasını taşımaları gerekir. Ayrıca Ay. m.104’e göre Cumhurbaşkanının görevleri arasında kararnameleri imzalamak yer aldığına göre, kanun hükmünde kararnamelerin de Cumhurbaşkanı tarafından imzalanması gerekmektedir. Bu anlamda cumhurbaşkanının imzasını taşımayan bir düzenleme kanun hükmünde kararname olarak şeklen geçerli sayılamaz.
Kanun hükmünde kararnamelerin şeklen geçerli olabilmesi için Cumhurbaşkanı tarafından Resmi Gazetede yayınlanması gerekmektedir. Kanun hükmünde kararnamelerin yürürlüğe girdikleri tarih yayınlanma tarihleridir, ancak kararnamede yürürlük tarihi olarak başka bir tarihin gösterilmesi de mümkündür.( Ay. m.91/6 )
Kanun hükmünde kararnamelere ilişkin bir diğer şekil kuralı da, Resmi Gazetede yayınlandıkları günde TBMM’nin onayına sunulmaları gerektiğidir. Burada 1961 Anayasasında olduğu gibi TBMM’nin kanun hükmünde kararnameler üzerinde denetleme yetkisi bulunmaktadır. Yetki kanunları ve bunların dayandığı kanun hükmünde kararnameler TBMM komisyonları ve genel kurulunda öncelikle ve ivedilikle görüşülürler. ( Ay. m.91/7,8 ) Öncelik ve ivedilik şartı ile, kanun hükmünde kararnamelerin mümkün olduğu süratte kesin bir karara bağlanması istendiği söylenebilir[39]. TBMM bir kanun hükmünde kararnameyi aynen veya değiştirerek kabul edebileceği gibi tümden reddetme yetkisine de sahiptir. TBMM’nin kanun hükmünde kararnameyi aynen kabul etmesi halinde bir sıkıntı yoktur. Değiştirerek kabul etmesi halinde ise, bu değişikliklerin Resmi Gazetede yayınlanmaları gerekecektir. TBMM’nin kanun hükmünde kararnameyi tümden reddetmesi halinde ise, bu kararın Resmi Gazetede yayınlandığı tarihten itibaren kanun hükmünde kararname yürürlükten kalkmış olur.
Kanun hükmünde kararnameler hakkında anayasada yer alan şekil kurallarını kısaca bu şekilde özetlemek mümkündür. Ancak kanaatimizce bunlar dışındaki bir şekil kuralına aykırılığa dayanarak iptal davasının açılmasına engel yoktur. Zira anayasamızda kanunlar ve anayasa değişikliklerinden farklı olarak, kanun hükmünde kararnamelerin şekil denetiminin kapsamının ne olduğu sınırlı şekilde sayılmış değildir. Dolaysıyla kanun hükmünde kararnamelerin şekil denetiminin neden ibaret olduğunu tespit etme yetkisinin Anayasa Mahkemesine ait olduğunu kabul etmek gerekecektir.
4.TBMM İçtüzüğünün Şekil Bakımından Denetlenmesi
İçtüzük, en genel tanımıyla parlamentonun çalışma ve faaliyetleri düzenleyen kurallar bütünüdür. Bu anlamda içtüzükler birer “sessiz anayasa” olarak kabul edilirler[40]. Bu önemi bakımından TBMM İçtüzüğü de anayasal denetim kapsamında yer almaktadır. Buna göre TBMM İçtüzüğünün gerek esas gerekse de şekil bakımından anayasaya uygunluğu Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenmesi mümkündür.(Ay. m.150 )
Aslında TBMM İçtüzüğü hukuki niteliği bakımından kanun olmayıp parlamento kararı niteliği taşımaktadır. Bilindiği üzere, kural olarak, parlamento kararlarının Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenebilmesi de mümkün değildir. Ancak özel bir siyasi öneme sahip olması bakımından, TBMM İçtüzüğü de anayasada, anayasal denetim kapsamı içine alınmıştır[41].
a.Başvuru Süresi
TBMM İçtüzüğünün anayasaya şekil bakımından aykırı olduğunun ileri sürülebilmesi kanun ve anayasa değişikliklerinden farklılık göstermektedir. Ay. m.151’de düzenlendiği üzere TBMM İçtüzüğü hakkından açılacak şekil bakımından iptal davasının, altmış gün içinde açılması gerekmektedir. Söz konusu hak düşürücü sürenin başlangıç tarihi ise İçtüzüğün Resmi Gazetede yayınlandığı tarihtir. Bu noktada İçtüzük hakkında açılacak iptal davası, dava açma süresi bakımından kanun hükmünde kararnamelerden farklılık göstermemektedir.
b.Başvuru Yetkisi
Başvuru yetkisi bakımından da TBMM İçtüzüğü hakkında açılacak şekil bakımından iptal davası kanun hükmünde kararnamelerden farklılık göstermemektedir. TBMM İçtüzüğü hakkında açılacak iptal davasında de başvuru yetkisi bulunanlar Ay. m.150/1’e göre; Cumhurbaşkanı, TBMM üye tam sayısının beşte biri oranındaki milletvekili, iktidar ve ana muhalefet partilerinin meclis gruplarıdır. Yine Ay m.150/1’in son cümlesi gereği iktidarda birden fazla siyasi partinin bulunması halinde en fazla üyeye sahip olan siyasi parti iptal davası açabilecektir.
c.Denetimin Kapsamı
Kanun hükmünde kararnamelerde olduğu gibi Ay m.148’de, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün şekil bakımından denetimin neden ibaret olduğunu da gösterilmemiştir. Bu sebeple TBMM İçtüzüğü için şekil denetiminin kapsamının nelerden ibaret olduğunu tespit etme yetkisinin Anayasa Mahkemesine ait olduğunu kabul etmek gerekecektir.
Bununla birilikte TBMM İçtüzüğüne ilişkin belli başlı şekil şartlarını belirtmekte fayda vardır. TBMM İçtüzüğü ve değişiklikleri, TBMM üyelerince teklif edilir. İçtüzükte değişiklik yapılmasını öngören tekliflere, kanun tekliflerine ilişkin hükümler kıyasen uygulanacaktır. Bu teklifler Anayasa Komisyonunda incelendikten sonra TBMM genel kurulunda görüşülür ve karara bağlanır.
Anayasada, TBMM İçtüzüğünün yayınlanma zorunluluğuna ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak Ay. m.151’de TBMM İçtüzüğü için iptal davası açma süresi R.G.’de yayınlanma tarihinden itibaren başlayacağı düzenlenmiştir. Dolayısıyla yorum yoluyla TBMM İçtüzüğünün yayınlanmasının bir anayasal zorunluluk olduğu sonucuna varmak mümkündür[42].
SONUÇ
Bu çalışmamızda Türk Anayasa Yargısı sisteminde şekil bakımından denetimin şartlar ve esasları kanunlar, anayasa değişiklikleri, kanun hükmünde kararnameler ve TBMM İçtüzüğü bakımından ayrıntılı olarak incelenmeye çalışılmıştır. İncelememiz sırasında, konuya ilişkin olarak 1982 Anayasasında yer alan düzenlemeler mümkün olduğunca 1961 Anayasası hükümleri ile karşılaştırılmaya çalışılmıştır.
Konuya genel olarak bakıldığında Anayasamızda farklı yorumlara yol açabilecek bazı düzenlemeler olduğu görülmektedir. Bunlardan ilki, kanunlar ve anayasa değişiklikleri bakımından Ay. m.148 ile Ay. m.150,151 hükümleri arasındaki çelişkidir. Yukarıda da belirttiğimiz üzere, kanunlar ve anayasa değişikliklerine ilişkin şekil bakımından denetimde başvuru süresi ve yetkisi hususları bakımından Ay. m.148’in uygulanması daha yerindedir. Zira madde diğer düzenlemelere kıyasen daha özel hükümler taşımaktadır. Zaten Anayasa Mahkemesinin içtihatları da bu yöndedir. Bu hususta yapılacak bir Anayasa değişikliği ile maddeler arasında çelişkinin giderilmesinde fayda olduğu kanısındayız
İkinci olarak irdelenmesi gereken husus, anayasa değişikliklerinin yalnızca şekil denetiminin sınırlı olması ve bu denetimin de teklif ve karar yeter sayısına ve ivedilikle görüşülememe şartına uyulup uyulmadığının tespiti ile sınırlı olmasıdır. Bu durum özellikle anayasa değişikliğinin, anayasanın değiştirilemez nitelikteki ilk 3 maddesine aykırı olması durumda sıkıntı yaratmaktadır. Yukarıda da belirttiğimiz üzere bu durumda, doğrudan anayasanın değiştirilmesi mümkün olamayan ilk üç hükmünün değiştirilmesi sonucu doğuran bir anayasa teklifinin, geçerli teklif koşulunun gerçekleşmediğinin bahisle şekil denetimi yoluyla bertaraf edilmesi mümkündür. Ancak doğrudan olmayıp dolaylı yoldan değiştirilemez maddelere aykırılık teşkil ettiği düşünülen durumlarda, bu aykırılığın gerçekten mevcut olup olmadığının tespiti tartışmalara yol açabilecek niteliktedir.
Anayasa normları arasında bir hiyerarşik sıralama yapmak mümkün olmadığından, anayasa değişikliklerinin sadece şekil bakımından denetlenmesinin mantığı kabul. Ancak bu noktada anayasanın değiştirilemez maddelerinin diğer anayasa normlarına kıyasen daha özel bir önem taşıdığı da inkar edilemez. Dolayısıyla söz konusu maddeleri değiştirmeye yönelik anayasa değişikliklerinin hiçbir surette denetlenemeyeceğinin kabulü, Ay. m.4 hükmünün geçerliğini ortadan kaldıracaktır. Bu sebeple kanaatimizce yalnızca anayasanın değiştirilemez maddeleri ile sınırlı kalmak kaydıyla, anayasa değişikliklerinin de esas bakımından denetlenebilmesi gerekmektedir. Bu yönde yapılacak bir düzenleme ile ülkemizde zaman zaman yaşanan tartışmaların da önüne geçilebileceği kanaatindeyiz.
YAZAR: Zehra Cansu ORHAN
KAYNAKÇA
Kitaplar ve Makaleler
İnternet Kaynakları
Cihan Orhan Hukuk Bürosu © Copyright 2019 | Tüm Hakları Saklıdır. Yasal Uyarı: Bu site Türkiye Barolar Birliği'nin Meslek Kurallarına ve Reklam Yasağı Kurallarına tabidir. Sitenin kendisi, logosu ve içeriği, reklam iş geliştirme ve benzeri amaçlar ile kullanılamaz. Bu web sitesine link yaratmak yasaktır. Web sitemizde yer alan bilgiler hukuki mütalaa veya tavsiye değildir